Bolca polisiye klişesi barındıran The Blacklist, her bölümde bir suçlunun yakalandığı episodik formuyla izleyiciyi yakalamayı başarıyor. Her bölümde bir hikayenin sonlandığı hikaye ana karakterin (eski bir suçlu) FBI içindeki gitgide dokunulmazlaşan konumunu işleyerek sizi ilerleyen bölümler hakkında meraka salıyor.
Başrolünde James Spader’ın yer aldığı ve ana hikayesiyle bana izlerken White Collar’ı anımsatan The Blacklist, White Collar’daki komedi unsurlarından arınmış daha yoğun polisiye içermiş hali. White Collar’da Neal’ın izleyiciyi gülümseten davranışlarını, Peter ve Neal ikilisinin atışmasını oldukça seven ben, The Blacklist’i bu anlamda farklı gördüm. White Collar ile kıyaslandığında çekim kalitesi açısından The Blacklist çok daha iyi bir iş, bu su götürmez gerçek ancak dizinin asıl sorununun ise kurguda olduğunu düşünüyorum.
İzlemeyenlere muhakkak bakmalarını önerdiğim dizi Ocak ayına kadar ekranlara veda etti. Birçok farklı diziden tanıdığımız oyuncuları da bölüm konuğu olarak ağırlayan The Blacklist, klişelerine rağmen Türkiyeli izleyicinin de dikkatini çekecektir. Bir Breaking Bad, bir The Mentalist değil elbette ancak boş vakit değerlendirmek için bu dizi iyi bir alternatif olabilir. Fazla kafa yormadan bir Amerikan polisiyesi izlemek, iyi müzik dinlemek isterseniz bu diziye bakmadan geçmeyin…
Yazı Dipnot Tablet 144. sayısında yayınlanmıştır… Dipnot Televizyon yazılarını ve çok daha fazlasını Dipnot Tablet dergide okuyabilirsiniz.
App. Store’dan iPad ve iPhone’nunuza ÜCRETSİZ indirmek