Oyuncu Sevinç Erbulak ile hayallerden hatıralarda kalanlara, sinemadan tiyatroya pekçok konuya değindik. Sizleri de Cine Dergi için çerçekleştirilen bu keyifli söyleşiye davet ediyorum.
Röportaj yapan birine soru sormak nasıl da ilginçmiş… Röportajın size kattığı şeyler neler?
Acaba bu sefer kendimi doğru anlatabilir miyim hissi… Sürekli yanlış anlaşıldığımız bir çağda yaşıyoruz 🙂 Aslında yanlış anlaşılmayı yanlış anlamaya yeğliyorum ama her röportaj sonrası, yani ‘ben bu yazdıklarımın da dışında biriyim de nasıl anlatsam bilemedim’ halleri 😉
Şu anda çocukluk hayallerinize ne kadar yakınsınız?
”Çok uzak fazla yakın”…Çocukluk hayallerimde uzaya gitmek vardı, astronot olmak istemiştim. Sonra sahneye çıkmaya başladım, al sana her gece uzay işte…Astronot olmak istediğimde de veteriner olmak istediğimde de oyuncu olmak istediğimde de babam yüzüme bakıp ‘yakışır benimmm kızıma’ demişti hep. Her seferinde…Ve ben her yeni meslek seçimimde, sırf bu yakışır kelimesi yüzünden mis gibi bir güvenle devam etmiştim yaşamaya. Oyuncu olduğumu göremedi babam. Bense her gece ona yakışmak için çıkarım sahneye.
TOTEMLER OLMADAN YAŞAYAMAM
Okurlara ilginç gelecek gün içinde bir rutininiz var mı?
Rutin demeyelim de okura tuhaf gelecek totemlerim var, merdivenlerde, arabaya binerken, banyoya girdiğimde sırasıyla yaptıklarım gibi… Ama detay veremem, tuhaf biri olduğum düşünülüyor sonra 🙂 Anlaşılmaz biri olduğum düşünülse neyse, tuhaflık başka. Seviyorum da aslında. Kulis uğurlarım, oyun parfümlerim var. En ufak bir ritüeli yaşamayı unuttuğumda, unuttuğumu hatırladığım an içimde mükemmele yakın bir Çatışma başlıyor. Bir şey olacak çünkü totemime sadık kalmadım diyorum kendi kendime. Kendi kendime ediyorum yani, hep. Sonra da neyse ki içine eden ben oldum sorun yok diyorum. Totemsiz yaşayamam kısacası. Çok yakın arkadaşlarım bilirler 😉
Keşke benim arkadaşım olsa dediğin biri var mı?
Olmaz mı ? İki kişi var, Juliette Binoche ve Robert Downey Jr. Eminim süper kanka olurduk. En kuvvetli bu iki isimle ilgili kankalık hissediyorum. Ama ben yeni izlediğim filmlerdeki hemen hemen bütün oyunculara aynı hisleri besliyorum. Sadece Juliette ve Robert değişmiyor, tahtlarındalar onlar hep. Mesela Benedict Cucumbath diyorum neden bu akşam yemeğini benimle yemesin ? Buna ne engel olabilir ? Tanışmıyor olmamız. Tanışsaydık bayılırdı bana, sabaha kadar konuşurduk yemekler buz gibi olurdu falan.
Erbulak Evi hangi yeteneklere çatı oluyor biraz bahsedelim mi?
Birlikte üretmek ve öğrenmek isteyen herkesin çatısı okulumuz. Eğitmenlik en uçsuz bucaksız öğrenme bahçesi. Okulumuzun bahçesi de şahane ama bu havalarda değil. 7’den 70’e öğrencimiz var denir ya, öyle işte…Ablamla Dağhan’ın hayaline sağlık…Çok mutluyum bir parçası olduğum için. Teknik ve belalı kısımlarıyla ilgilenmiyorum. Ablam çok iyi anlıyor öyle şeylerden…Çok zormuş ama. Hamburgerci açsaydık ya diyorum bazen, köşe olmuştuk bile diyor ablam. Bu ülkede sanatla uğraşmak zaten, heykeltıraşın eseri bittikten sonra heykelinin kırılarak parçalanmasına tanıklık ettiği bir yer olduğundan; sanatçı sadece sanatıyla değil o çekiçleri tutan ellerle de mücadele ediyor. Tuhaf. Geriye doğru akan dünya tarihi de ne ola ki ? Yaşam hep ileriye doğru uzanan hafif arsız bir çocuk benim gözümde… Bundan sebep zor işmiş okul açmak. Yoksa ne olacak ki ? Bütün ailem oyuncu, hepimiz mesleğimize bayılıyoruz, tabii okul açmalıyız; hamburgerciyi de çok iyi köfte yapanlar açmalı…
Sırça Hayvan Koleksiyonundaki açmazların 1930’lardan günümüze ışık tuttuğunu söyleyebilir miyiz? Bu oyuna izleyici neden gelmeli?
Tenesse Williams’ı tanımak için. Williams büyülü bir yazar. Dünyası o kadar şiirsel ki, şiirini dinlemeye gelmeli seyirci. Sonra çok iyi oynanıyor, iyi oyun izlemek için gelmeli. Tiyatro can’dır o yüzden gelmeli. Çok sebebi var yani. Artık google amcadan 4 sayfalık ”Savaş ve Barış” özeti okunan bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyada yaşadığını kabul edip, zamanı biraz tersine çevirmek ve zamanı hissetmek için gelmeli. Biz Sırça Hayvan Koleksiyonu’nu kelime kelime çalıştık. Ben bazen haydi eve gidelim tek kelime için birbirimizi kırmayalım diyordum gülüyorduk. Çok derine daldık yani tüpsüz filan. Bunu izlemeye gelsin seyirci. Derinlik seven herkes gelsin. Tenessee Williams ile diplerdeki tüm tuhaf canlıları görmek ve onlara dokunmak mümkün.
Süper Baba bugün yapılsa ne olurdu? Tutar mıydı?
Bilmek mümkün mü bilemedim. Ben izlerdim. Benim izlediğim diziler tutmuyor genellikle. Bence tutardı. Unutulan pek çok şeyi hatırlattığı için en çok. Bir de kalpten oynandığı için. Çok kalmadı öyle. Dizilerde özellikle. Vakit yok ki kalbini dinleyip baksın sahneye. Haydi abicim gün gidiyor diye oynuyoruz. Tutardı o yüzden Süper Baba. Vaktimiz olurdu çünkü oynamamak, hissetmek için. Oynamamak yanlış yazılmış bir kelime değil burada. Oynamama halinden bahsediyorum. Hissedilen ne ise onu gösterme halinden…Öyle bir şey vardı çünkü Süper Baba’da. Herkes kimse oydu. Bir okul düşün, kimse kimsenin yerini tutamaz bir kişi bile emekli olsa. Büyülüydü o iş. Bu soru vesilesiyle içindeki tüm emekçileri, özellikle kaybettiğimiz tüm ustalarımı saygıyla anmak isterim. Büyük bir okuldu Süper Baba benim için. Ben hayatımda en çok o okulda öğrendim. En çok o okulun bana kattıklarına minnet duyarım hep.
TV UYUŞTURAN, SALAKLAŞTIRAN BİR KUTU
Konuk oyuncu olarak en son Ulan İstanbul’da izledik sizi, dizi de internette yayına devam etme kararı aldı. Bir oyuncu olarak bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz, televizyon değişiyor mu?
Değişirse efsane olur efsane. Yetenek kumkuması bir dolu genç var. İstediklerini çekerler, kendi senaryolarını kapı kapı dolaştırmadan ve izleriz biz. Ulan İstanbul’un şahane ekibi başaracak bu işi. Yürekten inanıyorum. Yeni süre anlayışıyla, yasaksız, bip’siz, hayattan akışıyla, çok iyi oyunculuk ve çok iyi senaryosuyla yeni bir çağ başlatacak belki…Zaten oraya doğru gidiyoruz bence. Gidelim yani, orası çok güzel. Orada sansür yok, orada denemek için cesarete gerek yok, orada yaratıcılık var. Hayranım yaratıcı olan herkese… Müthiş bir şey yoktan var etme çabası. Tv artık çok naftalinli, uyuşturan, salaklaştıran bir kutu çoğunlukla. Bu digital çağ, Ulan İstanbul’cuların deneyeceği bu yeni teklif heyecan verici. Onun için twit atarak değil satın alarak destek olmalıyız.
Bir kez de ben size sorayım en sevdiğiniz repliğiniz ne?
En sevdiğim soru, sanırım hiç söylemediğim bir repliği çok seviyorum ben. Cehov’un Martı’sında, Nina; 4. perdede Treplev’e söyler. Trigorin’i kast ederek;
”Demek o da burada. Olsun.”
Bu hayatımda henüz söylemediğim ama en sevdiğim repliğim. Nasıl olduğunu ben de bilmiyorum ama böyle. Belki bir gün oynayacağıma olan inancımdan, belki de sadece dünyanın en güzel repliği olduğunu bildiğimden…
Röportaj: Gizem Kaboğlu
Cine Dergi Mart 2015 sayısında yayınlanmıştır.