Farklı konu ve konuk oyuncularıyla her hafta izleyiciler tarafından merakla beklenen TRT ekranlarının sevilen dizisi “Böyle Bitmesin”in bu haftaki konuk oyuncusu en son 20 Dakika dizisinde izlediğimiz sevilen oyuncu Esra Akkaya.
Kategori: Böyle Bitmesin
Böyle Bitmesin dizisi hakkında yazılar, eleştiriler ve Böyle Bitmesin dizisi haberleri bu kategori altında yer almaktadır.
Uçurum, Böyle Bitmesin, Kayıp Şehir dizilerinde yeni tip askerlik
Sakarya Fırat, Tek Türkiye, Emret Komutanım gibi askerliği ve askerlik durumunu anlatan birçok dizi izledik şimdiye dek. Ancak tüm bu hikayelerde kahraman askerleri ve onların zaferlerini gözlemledik. Şimdilerde yeni bir vurgu dikkatimi çekiyor.
Adem’in travması kahraman asker imajını aştı
Uçurum dizisinde Adem ile beraber askerliğin travmatik yönü de dizilerde gösterimeye başlandı ve davamı geldi. Adem’in operasyonda ses çıkarmaması için ağzını kapatırken yanlışlıkla öldürdüğü arkadaşını görmüştük Uçurum’un ilk sezonunda. Adem bu travmayı atlatamamış gördüğü hayalle beraber intihar meyli başka sahnelerle ekrana gelmişti.
Böyle Bitmesin’de Vietnam Sendromu yaşayan komando
Geçtiğimiz haftalarda başlayan “Böyle Bitmesin” dizisinde de benzer bir sahne gördük. Operasyon sırasında intihar eden bir komutanın yanındaki askerin askerlik dönüşü travma yaşamasını fazla amerikan bulduğumu yazsam da bu vurguyu es geçmemek lazım. Komando olan karakter Doğu’dan geldikten sonra ailesineaşırı korumacı tavrıyla tedaviye alınıp ardından cinnet geçirerek evi silahla basmıştı.
Kayıp Şehir her travmayı hem “öteki”ni gösterecek
Kayıp Şehir’de ise askerliğini İstanbul’da yapmış İsmail Dede’nin sokakta bir anda sinir krizi geçirdiği sahneleri görüyoruz. Bu sahneler gizemini hala korurken, sahneleri yorumlayan bir Ekşi Sözlük yazarının karakterin 6-7 Eylül olaylarında görev almış olabileceği yorumunu okudum. Tarihler uyuyor… Eğer böyle bir geçmiş varsa ilerleyen bölümlerde orada da bir asker travması izleyeceğiz demektir. Defalarca Amerikan dizi ve filmlerine de konu olan Vietnam Sendromu’na benzer bu travmaları anımsadıktan sonra askerliğin öteki yüzünün yanında karşı cehpesine de göndermeler olacağının sinyallini aldık bu hafta Kayıp Şehir’de.
Diziye konu olan ailenin Doğulu komşusu Elmas oğlunun ölümünden bahsetti bu hafta. Oğlunun aylar sonra ölüm haberini aldığını, aradan 5 yıl geçtiğini anlatırken “oğlumu öldürdüler” dedi. Sizin aklınıza nasıl bir ölüm geldi bilemiyorum ama muhtemelen Elmas’ın oğlunu ilerleyen bölümlerde dağa çıkan bir genç olarak göreceğiz ve hikayesini dinleyeceğiz.
Sonuçta her ne kadar kahramanlık öykünmesi bol hikayeleri ekranda görsek de kimi dizilerde bu tür hayata dair ve insancıl yaklaşımların olduğunu görmek umut verici. Zira silahın, savaşın mutluluk getirdiği iddiası her türlü imajinasyonla yeterince beyinlerimize zerk edildi (Siz de bu parantezi dolduracak birçok militarizm yanlısı dizi sayabilirsiniz), umut ediyorum ki şimdi sıra biraz daha gerçekçi anlatılara kulak vermekte…
Türk karakterlerin gözü ecnebi hatunlarda*
Çizgi romanlarla başlayan ardından sinema filmlerinde karşımıza çıkan “yabancı kadın” fantezisi şimdilerde dizilerde yeniden ve yeniden üretiliyor. Hiç düşündünüz mü, Kara Murat gibi kahramanlık hikayelerinde gördüğümüz yabancı kadınların “gönlünü hoş eden”, “yatağını şenlendiren” karakterlerin muadili olabilir mi acaba günümüz dizi karakterleri?
Özellikle kahramanlık gösterisinin olduğu dizilerde bu örneklerin görülmesi de tesadüf olmamalı. Zaten bir çizgi roman uyarlaması olan Ustura Kemal’in yanı sıra Veda dizisinde de aynı örgüyü görüyoruz. Ustura Kemal’in güzel Rum hatunu, Veda’da Maliye Nazırı Mehmet Reşat’ın (Mehmet Aslantuğ) aklını başından alan Eirene karakteri ve iki beyefendinin de bu kadınlara olan ilgisi yabancı kadın fantezimizin yeni bir izdüşümü gibi… Aynen geçtiğimiz sezon Muhteşem Yüzyıl’da yabancı temsili olan ve rehin tutulan İsabella’nın Sultan’a aşkı gibi yabancı kadınlar karşı koyamıyor civan Türk erkeklerine.
Osmanlı’da gayrimüslim kadınların eğlence hayatında kimliklerimden ötürü cinselleştirilerek arzu nesnesi haline getirildikleri malum, cinselliğin erkek egemen bir aktivite olduğu varsayımıyla, nostaljik öykülerimizde bu birliktelikler bir anlamda fethi simgelemiyor mu? Kadın bedeninin nesneleşmesinin yanı sıra bu tür eserlerde kadının bir grubu temsiliyeti söz konusu olamaz mı?
Eğer benim aklımı kurcalayan bu soruların yanıtı olumluysa alt metin fanteziden çok daha ileri gidiyor değil mi? Bunu bir düşünün derim…
*Üretilen alt metnin dilinle bir başlık atmak istediğim için böyle bir ifade seçtim aman terimlerde hassasiyet göstermediğim sanılmasın.
Lie to me bozması, kamu spotu tadında dizi: Böyle Bitmesin
TRT bu sezon da yayınladığı farklı işlerle, ekrana yeni yapımlar sunan alternatif bir tercih haline geldi. Özellikle Şubat içerik açısından şu an yayında olan en ilginç dizilerden biri ancak imza atılan her iş, yayınlanan her yapım aynı büyüyü taşımıyor maalesef. Cuma akşamları Şubat öncesinde yayınlanan Böyle Bitmesin de büyüsü bir şekilde kaçmış işlerden biri.
Dizinin konusu:
Kamu spotu tadında “boşanmalar azalsın” ana metinli dizide henüz ilk dakikadan ekranda beliren şu yazı ilk dikkatimi çeken nokta oldu: “bu dizideki kişiler ve olaylar sallama çaylar ise halis demlemedir :)” Bu nedir diye düşünürken “Anlaşılan yapımcının mizah anlayışı hayli gelişmiş” sonucuna da varmadım değil hani…
Dizide psikolog bir kadın (YelizKuvancı), avukat bir erkek (Cemal Toktaş) ve cabbar bir polis (Nergis Öztürk), Aile Bakanlığı’nın kurduğu aile kurtarma ve boşanmaları önleme masasında (dizide aile masası olarak adlandırılıyor) her bölüm bir başka trajediye çözüm üretmeye çalışacak. İlk bölümden aldığım kısa notlara bir bakalım dilerseniz…
Aile kutsal, şiddet de meşru mu?
Aile masasının başkanı (Yeliz Kuvancı’nın babası oluyor) karısını aldatıyor, bunu bilen ancak susmak zorunda olan damat (Cemal Toktaş) sırf bu nedenle karısından ayrılmak zorunda kalıyor. Dizinin daha ilk dakikalarından aile kurtarma masasının başındaki kişinin standart ideal aile yapısının dışında olduğunu görüyoruz, kutsal aileyi koruyalım diye ayak direyen bu adam çevresinde art arda 3 tokat sahnesi izleniyor birkaç dakika içinde. Dizinin sonunda bir de kafa atma sahnesi var ki sormayın, bu kadar sosyal misyon peşinde bir işin art arda tokatlı, kafa atmalı sahneler yayınlaması nasıl dikkatten kaçar anlayamadım.
Psikolog, toplum merkezine tımarhane der mi?
Dizinin en önemli eksiklerinden biri danışmanlık. Psikolog olan baş karakter cinnet geçirerek karısı ve çocuğunun kaldığı sığınma evini basan adama “Paranoya” teşhisi konulduğunu, adamın bir süredir “tımarhane”de yattığını ve dizinin sonunda anneliğin “içgüdüsel” olduğunu söylüyor. Bir psikolog nasıl bu terminolojiyle konuşur anlaşılır gibi değil… Üstelik (diziyi bir psikologla beraber izlediğimin altını çizerek belirtmeliyim) adamın yaşadığı paranoid kişilik bozukluğu, travma sonrası stres bozuluğu kaynaklı olduğundan dizide direkt “paranoya” bu tanısı alması da ilginç. Hemen belirtmeli diziye acilen bir psikolog danışman gerekiyor, yoksa daha çok çuvallanır bu terminoloji içinde.
Lie to Me bozması beden dili analizleri
Dizide bir diğer danışmanlık alınması gereken konu yalan söyleyeni bir çırpıda anlayan Yeliz Kuvancı’nın “Lie to Me bozması beden dili analizleri”. (Bilmeyenler için belirtelim Fox kanalında 4 sezon süren Lie To Me’de olayları çözmede FBI’a yardımcı olan bir beden dili uzmanı ve ekibi konu ediliyordu.) Orada da yalan söyleyeni işaretlerle anlayan başkarakterin fark ettiği bu işaretler aynı dizideki efektle ekrana yansıyordu yani o jest ve mimik zoomlanıyor ufak bir aydınlatmayla “yalan işareti” olduğu izleyiciye aktarılıyordu. Ancak elini ovuşturan kadının dizide resmen bacağını ovalaması gibi hareketler belirgin olsun diye abartılınca ortaya komik bir durum çıkmış. Ufacık bir omuz hareketinden bile yalan anlaşılabilirken sürekli el odaklı işaretlerin varlığı, o işaretleri izleyicinin gözüne sokma çabas diziyi ancak kötü bir Lie To Me esinlenmesi haline getiriyor. Tavsiyem Lie To Me’deki gibi işaretlerin gerçek görüntülerle desteklenmesi. (Örneğin omuz kaldırma yalan işareti anlatımı yapılırken Bill Clinton’un oval ofis basın açıklaması gösterilip, yalan söylediği afişe ediliyor, gerçeklik izleyicide pekişiyordu)
İlk bölüm fazla Amerika kokmuyor mu?
Dizinin Amerika kokan tarafı yalnızca Lie To Me benzerliği değil, Güneydoğu’da travma yaşayan asker tipi de artık her yabancı dizide gördüğümüz “Irak veya Afganistan’dan tramvayla dönen adam” tipinin sonucu. Grey’s Anatomy’de de, Flashforward’ta da çok net bir örneği vardır bu durumun ilk olarak onlar geldi aklıma. “Güneydoğu’dan gelen komando delirip sığınma evini bastı” açıklaması Türkiye için fazla fantastik geldi izlerken…
İlk bölümden yapılan bariz bir hatayı da yazmadan geçmeyeyim, ev basan adamın saatinin 9.20’yi gösterirken polisin birkaç dakika sonar “Okul çıkış saati yaklaştı” demesi gözümden kaçmadı. Halbuki sabahın o saatinde daha yeni okula gidiyor yavrucaklar…
TRT’nin edisodik dizi boşluğu doldu
Özetle TRT’nin kamu spotu tadındaki Böyle Bitmesin dizisi Sen De Gitme’nin yarattığı bu “her bölümde yeni hikaye” boşluğunu dolduracak gibi görünüyor. Özellikle Nergis Öztürk’ün (Her ne kadar maskülen tavrı Doktorlar’da canlandırdığı karakteri anımsatsa da) karaktere “cuk oturduğu bir gerçek.
Ancak devletin odağının kutsallaştırılan kurumlar yerine bireyler ve onların mutluluğu olması gerektiği ana fikrinden çok uzak dizi, varsa yoksa aileyi koruyalım diyor. Bu fikre temelden karşı olduğumdan o uzunca eleştirimi başka bir yazıda sizlerle paylaşırım. Böyle Bitmesin’in yolu açık olsun diyelim, zira Amerika’nın zannımca en efsanevi dizilerinden biri olan Lie To Me’den esinlenmek de vasatın üstünde bir iş yapmayı gerektirir. Gelecek bölümlerden beklenti yüksek…