Artık Bizim de Bir Breaking Bad’imiz Var: Babil

Babil dizisi önce cast’ı, sonra hikayesi ile ilgi uyandırdı, yayın günü de binlerce izleyiciyi ekrana kilitledi. Alışık olduğumuz pek çok kodu yeniden işlerken, yerli dizilerde alışkın olmadığımız bazı vurgularla da fark yaratıyordu. İzlerken “tam bir AB dizisi” yorumlarımıza mazhar olan Babil, şaşırtmadı. İlk bölümü ile AB ve ABC1 gruplarında reyting listelerinde birincilik tahtını aldı. Sosyal medyada da tabiri caizse yer yerinden oynadı. La Casa de Papel’in ülkemizde çok izlenmiş olmasının nedeni neyse, Breaking Bad neden bir neslin hayata bakışını derinden etkilemişse Babil’de o nedenle yayınlandığı anlarda Trend Topic oldu. Gelin biraz daha yakından bakalım.

Sıradan İnsanların Devrimi

Güçlü, her zorluğun üstesinden gelen, yakışıklı, seksi ve asla yenilmeyen kahramanlar ekranda yerini “normal” karakterlere bırakıyor. Düzene, düzenin getirdiklerine ve toplumsal normlara karşı meşru bir gerekçe ile başkaldıran ve bir antikahramana dönüşen karakterler, izleyiciye “senin gibiyim” derken bir yandan da cesareti ile “senden farklıyım” mesajı veriyor. Kaçan fırsatlar, pişmanlıklar, ahlaklı ve doğru yolda olmanın yorgunluğu ile İrfan’ın karşısına dikiliveriyor. Sıradan insanların sıradan hayatlarının duvarlarını yıkmasını anlatan dizi, politik alt metniyle de ilgi çekiyor. Kararlar ile bir gecede mesleğini, parasını, ulaşım özgürlüğünü kaybedenler. Devalüasyon kelimesine aşina olanlar, enflasyon canavarı ile verdiği savaşta yenik düşenler İrfan’ın hikayesinde kendini buluyor. Bu da ülkenin yarısından fazlası demek. Her ailede bir iflas geçmişinin, yokluk hikayesinin ve dolandırılma macerasının bulunduğu ülkemizde, tam da ekonomik dar boğazın içinde olunan bu günlerde, tek gecede hayatı değişen İrfan’ı anlamamız zor değil. Herkesin nasıl para yetiştireceğini, nereden para bulacağını, ay sonunu nasıl getireceğini düşündüğü günümüzde, kötü yollara girmeye cesaret bulamayan sıradan insanlar için İrfan’ın savaşı izlemeye değer. Zira o başarırsa onun gibilerin zafer bayrağını asacak. Düzgün insanlardan kalan o son nefer hızla çamura bulanırken, kötü şeyler yapan herkes kötü mü olur onu sorgulatacak.

Beyazyakalının Kravatlı İsyanları

Bataklıkta attığı her adımda vicdan azabıyla yol alacak olan İrfan, kırılmaları, doğru yoldan çıkışı ile Breaking Bad’in yol arkadaşı. Walter White’ın kimya öğretmeninden uyuşturucu baronuna dönüşmesi nasıl hem bir başarı hem de kaybediş hikayesiyse belli ki İrfan’ınki de öyle olacak. İzleyici kendine şu soruyu soracak: “Ben olsam ne yapardım?” Çocuğu için yıllar önce “ahlaksız teklif”i kabul eden Binbir Gece’deki Şehrazat gibi, İrfan’ın hikayesi de aslında bir ahlak muhakemesi. Ahlaksızlık hangisi; paranın dürüstlük yoksunu işlerle, kişilerce ancak elde edilebilmesi mi, yoksa bu düzeni kabul edip dürüst ve sessiz kalınması mı? Ahlaksızlık hangisi? Asıl sorun dürüst bir adamın suça bulaşması mı, yoksa dürüst olan çoğunluğun elini kirletmekten çekindiği için bu adaletsizliğin de sürüp gitmesi mi?

İrfan’ın Sosyal Anatomisi

Breaking Bad’in Amerika’da yarattığı en büyük tartışma suçun kimliği üzerineydi. Beyaz, orta sınıf, eğitimli bir aile babasının suç baronu haline gelmesinin mümkünlüğü üzerine yüzlerce makale bulabilirsiniz ve elbette neden sıradan insanların bu diziden aldıkları haz ile yetindikleri üzerine de… Sonunda izleyici analizleri gelip şuna dayanıyordu, Walter White bir baron olduğunda, zenginleştiğinde, güçlendiğinde de mutlu olmadı ki… Breaking Bad bize şunu sordu, aynı Babil’in de soracağı gibi güç elimizde, yapabiliriz. Hepimizin elleri çamura bulaşabilir, peki buna değer mi? Biz de kötü olabiliriz, peki olmalı mıyız? Kötülüğün her zaman arka sokaklarda olmadığını, yan dairemizde, sokağımızda, o çok katlı plazalarımızda yuvalandığını hatırlatan, hatta kendi bedenimizde taşıdığımızı anımsatan bir güç hikayesi. Sınanmadığı günahın masumluğu ile övünen beyazyakalının isyanının da kravatlı ama afili olacağının delili… Elbette kravatın ve takım elbisenin hırsızlığın günahını örtmeye yetmediğinin de delili. Babil’de İrfan Saygun karakterinin anatomisini biraz incelemek istiyorum. Hırsız denildiğinde akla ilk gelen tipten ne kadar uzak olduğunu… İstanbul’da, suçun başkentinde yaşamıyor. Kocaeli’de sıradan biri. Bekar bir suç makinesi değil, evli ve çocuk sahibi, sicili temiz. Eğitimsiz değil, Darüşafaka lisesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi mezunu, Boğaziçi’nde master yapmış, doktora için yurt dışına gitmiş bir ekonomi hocası. Ahlaksız değil, aksine doğru yolculuğu ile ünlü. Suçun atfedilmeye çalışılacağı bir memleketi de yok, çocukluğu şehir şehir gezerek geçmiş. Kendini Türkiyeli olarak tanımlıyor. Sokaktaki 10 kişiyi çevirip bu adamı anlatsak, 10 tanesi de çocuğunu bile emanet eder. Değil mi? Peki bu adam milyonlarca dolar dolandırmışsa? Biraz önceki muhakemeye dönmek gerekiyor, ahlaksızlık hangisi, suçlu kim? Bu adamı suça iten düzen mi, yoksa adamın kendisi mi?

Ahlaksızlık Hangisi?

La Casa De Papel de bize bunu anlatıyordu. Düzene isyan eden ve namı “profesör” olan düzgün bir adam bir çete oluşturuyor ve halka hak ettiğini geri veriyordu. Gökyüzünden zeplinle para yağdırması, halkın soyguna arka çıkması, suçun, suçlunun kim olduğunun karışması ve izleyicinin kendini bir hırsıza taraf bulmasını. Tesadüf mü? Değil… Haftanın 6 günü çalışmak zorunda kalan, sadece Pazar günü dinlenebilen ve toplum tarafından onaylanmış aşkıyla bebeğinin bez parasını hesaplamak zorunda kalan bugünün 30’lu yaşlarındaki kimseler, bugün alım gücünü elinde bulunduranlar. Televizyonda çıkan o reklamlar hep onlar için, bizim için. Çark bizim paramızla dönüyor. Peki, ailelerimizin büyük adam olmak dediği bu muydu gerçekten? Babil de, Breaking Bad de, La Casa De Papel de aynı ahlak muhakemesinde ve izleyici de bu tartışmanın bir tarafı artık. Soruyor: ahlaksızlık hangisi? Bu yüzden Babil gelecek vadediyor, hatta TV ile küsmüş izleyiciyi bile geri getirebilme potansiyeli var. Bekleyelim ve görelim.

Babil, Cuma akşamları Star TV’de.

 

Yazı Ocak 2020’de Cine Dergi için kaleme alınmıştır.