Huzur Sokağı’nda Kutsi neden ezan okudu?

Huzur Sokağı fragmanında Kutsi’yi minarede ezan okurken görüyoruz.
Bu yazıyı yazarken henüz dizinin ilgili bölümünün yayınlanmadığını söylemem gerek… Gür sesiyle pop müzik kulvarında başarılı işlere imza atan şarkıcı, oyuncu olarak yer aldığı “muhafazakar” imajlı Huzur Sokağı dizisi içinde kendini minarede buluvermiş, onu minareye çıkaran bu maceranın yıllar öncesinden başladığını düşündüm fragmanı görür görmez.

İlgili edebiyat ve milli sinema akımı bir yana televizyon üzerinden düşündüğümde 90’lı yıllarda ekranda ezan okuyan şarkıcılar geldi aklıma.

Burhan Çaçan’ın ekranda ezan okuduğu yıllar

1998 yılına ait bir gazete parçasına rastladım araştırırken “Burhan Çaçan’dan sahur ve iftara özel canlı ezan” yazıyordu gazetenin “ekran” bölümünde. Sonrasında aynı yıl Özcan Deniz, İbrahim Tatlıses, Alişan, Müslüm Gürses, Bülent Ersoy ve tabi ki Rafet El Roman’ın ezan okudukları bilgisi çıktı karşıma, hafızamda canlandı her birinin minare üstündeki “en iyi kim okur” iddiasıyla nidaları… Farklı kanallarda iftar programlarına çıkan isimlerin iftar saatinde bir yandan oruç açmayı müjdelemeleri, diğer yandan yarışırcasına kızışan rekabetleri müzik otoritelerine de söz hakkı doğurmuş, otorite figürleri hangisinin daha iyi okuduğu konusunda birbirine düşmüş 98 yılında…

Boğaz’da “Makber” yankıları

Yalnız ezan üzerine değil makber üzerine de benzer tartışmaların olduğu hatta boğazın karşı tarafından sesini kim duyurabilir kavgalarının yapıldığı da hatırımda. Neredeyse aynı yıllara tekabül eden bu iki tartışma da aslında “muhafazakarlık” parantezine dinden çok daha fazlasını aldığımızın, kültürel değerler üzerinden tanımlanan bir muhafazakarlıktan bahsettiğimizin kanıtı. Aynı şekilde bu tartışmaların platformunun Televole programı olması da zamanla merkeze yerleşen çevre kültürün önemli kalelerinden birini ortaya çıkarıyor.

İster eğlence odaklı televizyon dünyasının dini sömürüsü diye algılayın, ister entegrasyonu, ister dini programların izlenilebilirliğinin arttırıldığını düşünün ister bu isimlerin izleyiciye “ben de sizdenim” ispatında olduğunu… İster bu yarışları siyasi muhafazakarlaşmanın göstergesi diye yorumlayın, ister merkeze yürüyen çevre kültürün ürünü kültürel muhafazakarlaşmanın işareti deyin… Her yorum kısmen doğru, her açıklama bu tartışmanın içinde yer almış argümanlar, emin olduğum ise zamanında ünlü şarkıcıları iftar programlarına çıkaran hangi nedenler ise bugün Kutsi’yi Huzur Sokağı dizisinde minare üstüne çıkaran nedenlerin de aşağı yukarı aynı olduğu…

Huzur Sokağı’nın AB izleyicisindeki başarısı

Sonuç mu? 90’lı yılların sonunda ekranda görmeye başladığımız kimi uzmanın zamanla “siyasi muhafazakarlaşma” doğuracağı kehanetinde bulunduğu kültürel muhafazakarlaşma bugün anaakım kanallardan birinde Huzur Sokağı’nda okunan ezanla somutlaşıyor. Yıllar içinde AB grubunun muhafazakar mesajlı programlara artan ilgisi ortada… Huzur Sokağı’nın AB grubunda da iktidar göstermesi tüketim odaklı izleyici ölçümleme profili üzerinden düşünüldüğünde sermeyenin el değiştirmesi ve muhafazakar kesimin eğitim seviyesinin yükselmesi nedenlerine de bağlanabilir tabii.

Tüm bu yorumların detaylı bir akademik çalışma sonucu olmadığı, yalnızca kısa araştırma ve data üzerinden yorumlanarak ortaya çıktığını da söylemeliyim.

Huzur Sokağı’na sokaktan imaj ayarı

Huzur sokağı dizisinin eleştirilere odak olan özelliklerinden biri antikapitalist mesajlarla günümüz sermaye piyasasının en büyük aktörü yeni nesil islami kesimin kucaklanamayacağı, diğeri ise karakterlerin fazla kutuplaştırılarak gerçekçilikten uzaklaştırıldığıydı. 


Öyle ki ne türbanlı karakter (Sinem Öztürk canlandırıyor) sokakta görülen profile görünüşüyle benziyor, ne de başı açık karakterler çeşitlilik olarak gösteriliyordu. Türbanlı genç kadın karikatür gibi görünürken başı açık kadınların da bir anlamda “kötü”nün temsili olduğu gözden kaçmıyordu.

Bu safi iyi ve safi kötü yakıştırmalarında maalesef henüz bir değişiklik olmadı. Ancak dizideki türbanlı karakterin giyimi bu hafta itibarıyla daha gerçekçi bir hal aldı. Omuzlara dökülen eşarpların yerine günümüz tesettür giyimin modasını oluşturan eşarp modelleri dizide kullanılmaya başlandı. İlk kez Hacı dizisinde gördüğümüz “başörtüsü meselesi”, Huzur Sokağı’nda beklenen hassasiyetle ele alınmasa da gerçekçiliğe yaklaşmayı hedef aldığı imaj değişikliğinden anlaşılıyor. Huzur Sokağı’nın kutuplaştırdığı mesele, başka bir dizide ise bu hafta beklenen hassasiyeti taşıyarak ele alındı.

Kayıp Şehir de türban konusuna değindi

Kayıp Şehir’de bu hafta üniversiteye başlayan Seher dizide karşılaştığı türbanlı öğrencinin okula yasak nedeniyle 2 yıl ara verdiğini öğrendi. Birkaç sahne sonra Seher’i bira içen arkadaşlarının yanında otururken gördük…

Türban mevzunun üniversiteleri karıştırdığı dönemde üniversitede okuyan biri olarak söyleyebilirim ki, ben Huzur Sokağı’ndaki değil Kayıp Şehir’deki tabloya aşinayım. Okula ara vermek zorunda kalan, kabinlerde baş açtırılan, eylem yapan, okuldan uzaklaştırılan, dersten atılan genç kadınları gördüm ve onların mücadelesine tanık oldum. Aynı arkadaş grubunda bir kısım bira içerken, diğer kısmın içmeden de aynı masada oturabildiği, sohbet edebildiği vebirbirine saygı duyabildiği arkadaş gruplarının içinde bulundum. Başı açık öğrencilerin de özgürlük mücadelesine destek verdiğini, kötülük timsali olmadığını yaşayarak deneyimledim. Huzur Sokağı sokaktan gelen uyarı üzerine imaj değiştirdi doğru, ancak sokaktaki gerçeği resmetmek için kıyafetten çok daha fazlasını değiştirmek gerekiyor. Simgesel öğelerle karakter tahlili yapmak maalesef ancak önyargı doğurur…

 

Huzur Sokağı’ndan ne bekledim ne buldum?

Huzur Sokağı başlamadan önce dizide ilk kez bir türbanlı başrol olacağını ilk kez ben yazmıştım. Yazıda değindiğim, beni endişelendiren noktalar özetle şöyleydi:
“Dizideki bu din veya ahlak cetveliyle ölçüm göstergelerinin nasıl olacağını çok merak ediyorum. Bu noktalar doğru işlenmezse hassasiyetlere dokunabilir, ayrıca “doğru yol” pusulası olma gibi bir misyonun da edinilmediğini umuyorum.
Şimdi başörtülü bir karakterin dizide öne çıkacağını gördüğümde heyecan duyuyorum, ancak bir tabu yıkılırken türbanlı karakterleri ilahlaştırma, başörtüsünü ahlak simgesi olarak tabulaştırmaya da gidilmemesi gerektiğinin altını çiziyorum.
Simgesel anlatımla karakterlerin özellikleri böylesine desteklenirken karakterleri izleyicinin kafasında “ahlaklı” veya “ahlaksız” olarak yaftalamak çok daha kolay olacaktır, aynı şekilde safi iyi ve kötü karakter yaratımları da izleyicide o simgelerle bütünleşecektir. Eğer bu semboller yafta olacak kadar net ayrılırsa vay halimize, zira o zaman Samanyolu TV dizilerinden bir fark kalmaz 
İlk bölüm yayınlandı, maalesef endişelerimde haklı çıktığımı görüyorum. Safi iyi ve safi kötü karakterler Stv dizilerindeki gibi gerçekdışı vaziyette kurgulanmış. Başı açık kadınlar bir şekilde yoldan sapmış görülüyor, Bilal’in kardeşi internetten sevgili buluyor, Yeşim Salkım’ın canlandırdığı karakter kocasını aldatıyor, üniversiteli kadınlar sarhoş olup küfelik şekilde eve geliyor… Buna karşın türbanlı hiçbir karakterin kötü tek bir yanı yok. İşte bu tam da o bahsettiğim yafta, bu önyargıyı kıracağını umarak izlemeye oturduğum dizi, başka bir önyargıyı yeniden üreterek ekrana geldi. Sonuç: hayal kırıklığı…
Gelelim dizinin mesajlarına… Dakika bir gol bir… İlk sahnede geçen konuşmada özetle şu sözlere yer verildi: “İnsanların kapitalist düzende köleleştirilmesi için değerlerinden koparılması gerekti ve öyle yapıldı.” Dizide bu repliğin geçmesinin nedeni esas kadının babasının kapitalizmin baş aktörlerinden olması yani işadamı kimliği taşıması… Yani kadının ailesi değerlerinden kopan kısım, zaten dizi boyunca da izleyici buna ikna edilmeye çalışıldı.
Neyse şu cümleyi biraz deşelim beraber. Bu kadar sığ bir genelleme yapılamaz. Uzun uzun açıklayamayacağıma rağmen yazmadan geçemeyeceğim, alt sınıfların din üzerinden muhafazakarlaşması da aslında kapitalizmin sonucudur. Weber’in “protestan etiği ve kapitalizmin ruhu” anlatımında da altını çizdiği gibi Tanrı tarafından seçilmemiş gibi görünen, cennet vaadine ulaşması için çalışması gereken, fakir olan insanlar yaşamları boyunca çalışarak seçilmişliğin işaretlerine ulaşmaya çalışırlar ve asıl bu şekilde kapitalizmin kölesi olurlar. Aslında tek tanrılı dinlerin, bu teori üzerinde Hıristiyanlık ve daha da indirgersek Protestanlığın, cennet vaadi zaten kapitalizmi var etmiştir. Ömrü boyunca çalışarak tanrıya yaranmaya çalışan insanlar asıl bu şekilde köleleşirler.
Biraz daha güncel bir şekilde dile getireyim. Değer denilen şeyin içinde yalnızca dini öğeler değil aile gibi kutsallar da vardır. Halbuki kapitalizmin ailenin yıkımı değil inşası için çaba sarf eder. İnsanların çalışması, aile kurması desteklenir ve aileyi geçindirirken borçlanarak sistem dışına çıkması daha da zor kılınır. Kapitalizmi tam da bu şekilde bu kutsalları yeniden üretir. Günümüzde çalışanlarına lojman yaptıran şirketler hem işçilerin sosyal hayatlarını kontrol eder hem de çalışanlarını taksitle kendilerine bağlayarak işten ayrılmamasını veya isyan etmemesini garantiler.
Dinin sabır öğütlerinin çokluğu da farklı bir nedenle değildir! Protestan etiği üzerinden gidersek tasarruf gereğinin dindeki vurgusu da aynı şekilde sermaye birikimi içindir.
Çok fazla teoriye girip sizi sıkmak istemem ancak dizide anlatıldığı gibi bu değerlerden uzaklaşma meselesi tamamen palavradır. Üst sınıf içinde rasyonelitenin inşasıyla beraber dinin tasfiye girişimi sonunda dinin kapitalizmin aracı olarak kullanılmasıyla şekil değiştirmiştir. Aslına bakarsanız üst sınıfın değerlerinden uzaklaşması değil tam tersi değerlerin alt yapısını en çok farkına varanlar olarak onları kullanması söz konusudur. Daha fazla o cümleyi deşmek istemiyorum ancak dizideki bu iyi kötü, zengin fakir ayrımının temelsizliğini daha net görün istedim…
Dizide içerik açısından daha eleştirilecek birçok nokta var. Cinsiyetçi söylemler mevcut, dizide bir kadının (Güven Hokna canlandırıyor) erkekler hakkında şu ahkamı değinmeye değer: “Erkek erkektir sonuçta fırsatı varsa kadın da kaşınıyorsa (aldatır demek istiyor)… Ben kocama bile güvenmem…” “Erkek erkektir, kadın kaşınır” cümlesindeki cinsiyetçiliği açıklama gereği bile duymuyorum.
Neyse daha fazla deşmeyelim, deştikçe suyu çıkıyor bu işin. Stv dizilerinden daha yüksek prodüksiyonla hazırlanmış, daha tanınmış oyuncuların oynadığı ancak önyargılar anlamında Stv dizilerinden bile öteye geçememiş vasat bir dizi izledim bu hafta. Hacı dizisinden sonra ilk kez büyük kanallarda türbanlı bir karakter göreceğim diye sevinmiştim ancak bu dizisinin altyapısı Hacı’yla boy ölçüşmeye bile yetmez.