Kayıp Şehir Bitiyor: Finalden Geriye Özlem Dolu Bir Bakış

Kayıp Şehir sık sık köşemde değindiğim ve beğendiğimi her fırsatta dile getirdiğim bir iş biliyorsunuz. Dizinin biteceği haberi yayılır yayılmaz bu yazıyı kaleme alıyorum, ilk hissettiğim üzüntüyken, belki şaşıracaksınız ancak ilk düşündüğüm iyi olacağı oldu… Neden derseniz, Kayıp Şehir kendine “öteki” olma kimliğinden başka bir yer bulamayanların adresini sorguluyordu başından beri, ancak dokundurulmayan köşeler git gide diziyi sıradanlaştırmaya başlamıştı.

Kayıp Şehir Bitiyor: Finalden Geriye Özlem Dolu Bir Bakış

Kayıp Şehir’i harcayan ne senaristler, ne de izleyici değil, Kanal D oldu… Sürekli günü değiştirilen, her hafta “Acaba bu hafta hangi gün” diye izleyiciyi arayışa sürükleyen dizi, istikrarı tutturduğunda ise Bir İstanbul Masalı misali iki kardeş arasında kalan kadın hikayesine döndü. Elbette yayınlanan son bölümde bile hasret olduğumuz ince mesajlar vardı ancak ilk bölümlerle kıyaslarsanız çok daha azdı. Bunun nedeni için ister iktidardan, ister izleyiciden, ister RTÜK’ten korkuluyor deyin, nedeni bir kenara bırakıp sonuca gelirsem Kayıp Şehir’e çok yazık oldu.

Neler geldi geçti hikayeden gelin beraber bakalım. Seks işçiliği yapmış bir başrol vardı hikayede, iç göç yaşayan bir aile ise ikinci odaktı. Ailenin  dedesi 6-7 Eylül hikayesinin de aktörüyken, Rum bir kadınla aşkı işleniyordu yine hikayede bir yerlerde. Konu olan ailemizin alt kat komşusu Elmas, oğlunun ölüm acısını taşıyan (altı deşilmese de daha önce de yazdığım gibi muhtemelen oğlu PKK üyesi çıkacaktı, çıkarttırılamadı) bir kadındı.  Apaçi olarak tanımlanabilecek gençler kendilerini ifade ederken, beyaz bir kadınla Afrikalı bir gencin aşkı, polis şiddetine karşı bir duruşa sahne oluyordu. Ailenin büyük oğlu statü farkı sebebiyle sevgilisinin ailesinin kapısından çevrilirken, organ bağışı ile yalnız hayat vermiyor, kendi hayatı için de aşkı satın alıyordu. Sıradan bir ailenin amiyane tabirle “hafif meşrep” üst komşuya ön yargılı bakışı kameralara yansırken, Festus Okey cinayetinin vicdan sızısı dizide toplanan imzaların satır aralarından bize göz kırpıyordu. Transeksüel bir karakter dizide marjinalleştirilmeden ekrana taşınırken daha ilk bölümde arabadan atılıyor, şiddetin nasıl aşağılıkça meşrulaştırıldığı sorgulanıyordu. Dizide sıradan bir geçiş sahnesinde arkadan papaz geçebiliyor, bu kimi “arabesk” kokulu isimlerin filmlerindeki gibi göze sokulmuyor, bastıra bastıra altı çizilmiyordu. Size daha birçok madde çıkartabilirim. Bunlar ilk aklıma gelenler.

Ülke gündemini Kurtlar Vadisi’yle takip eden kesime referansla insan haklarını Kayıp Şehir’le farkına varacağımızı iddia etmiyorum tabi ki. Ancak yıllardır ilk kez ekranda insani duyarlılıkla kaleme alınmış bir dizi görmüşken baskı altına alınması, insan hikayelerinin anlattırılmaması hem TV yazarı hem de izleyici olarak kanıma dokunuyor. Son bölümlerde değişen odak nihayetinde Kayıp Şehir’i aşk hikayesi olarak izlemek, ilk bölümlerle kıyaslandığında can yakıyor.

Adresi kayıp pekçok insanın kendini bulduğu hikayeye en çok da her zaman çoğunluktan olan, empati yeteneğini geliştirmeye gerek duymayan bir kesimin biraz olsun göz-kulak misafiri olduğunu düşünerek teselli buluyorum. Kayıp Şehir çok iyi bir işti, her şeye rağmen adını altın harflerle sezona yazdırdı, ancak bunca baskıyla bundan 10 bölüm sonra tamamen bir aşk hikayesine evrilebilirdi. O nedenle Kayıp Şehir’in finali bu özenli hikayeye yaraşır bir zamanda oluyor, dizi efsane bir iş olarak dilerim sonra yapılacak projelere örnek olur. Çünkü bu dizi zaten misyonunu, farkındalık yaratma görevini hakkıyla yerine getirdi.

 

Dipnot: Kayıp Şehir sayesinde daha önce gazeteci olarak bildiğim ve edebiyat kariyerinden yalnızca haberdar olduğum Murat Uyurkulak’ın kalemiyle tanıştım. Kitaplarını okudum, yazmayı sevdirecek yazarlardan birini daha listeme ekledim. Yıldırım Türker’in hasret kaldığım zihninin ayak izlerine sahnelerin içinde rastlayıp hasret giderdim. Televizyonda ilk kez bir transeksüel  bir karakteri (Duygu) prime time’da yayınlanan bir dizide, karikatürleştirilmeden izledim ve Ayta Sözeri’nin çok iyi bir kadın oyuncu olduğunu gördüm. Bunlar da diziden benim cebime attıklarım…