(Gündemin birinci maddesi yolsuzluk iddiasıyla gerçekleşen operasyonun ardından Time dergisinin Türkiye’deki olayları ve ilişkileri House of Cards dizisine benzetmesi birçok yerde yazıldı ancak kimse ‘bu dizi ne anlatıyor’ diye detaylı olarak kaleme almayınca iş başa düştü.)
House of cards, Şubat ayında Amerika’da 13 bölümü yayınlanan bir dizi. Yayın platformundan bütçesine, yayın stratejisinden çekimlerine ve oyuncularına kadar çığır açan bir iş olan dizi başarılı bir uyarlama. İkinci sezon onayını alan ve online bir TV platformu olan Netflix üzerinden yayınlanan House of cards dizisi ağır temposuna rağmen izleyiciyi ekrana bağlamayı başarıyor. Haydi gelin madde madde inceleyelim.
– Dizinin ana castı: Kevin Spacey (Francis Underwood – Senatör), Robin Wright (Claire Underwood – Senatörün eşi), Kate Mara (Zoe Barnes – Gazeteci)
– İlk iki bölümün yönetmeninin ve yapımcısının David Fincher olması bile bu diziyi izlemek için yeterli bir sebep.
– Modern Game of thrones olarak anılan dizi iktidar kavgasını ve politikada dönen dolapları su yüzüne vuruyor. Francis adlı senatörün yükselme hırsını konu alıyor.
– 2 sezonu toplamda 100 milyon dolara mal olan dizi şimdiye kadar bir internet dizisine yapılan en yüksek yatırımlardan biri.
– Dizinin ilk 13 bölümü bir anda siteye yüklendi, bu internet tüketimine uygun yeni üretim biçimi dünyada bir ilk. Emmy adaylıklarıyla bu yıl ödüllere damga vuracağına kesin gözüyle bakılan House of Cards adlı dizi geleceğin internette olduğunun ispatı.
– Kevin Spacey’nin performansı inanılmaz derecede iyi. Francis Underwood’un kameraya bakarak konuştuğu sahnelerde kendinizi onun arkadaşı gibi hissediyor, geleceği gören her hamlesini düşünerek atan bir stratejistin sırlarını dinliyorsunuz. The Office, hustle ve House of Lies dizilerinden alışkın olduğumuz bu anlatım, bu dizinin kirli ilişkileri içinde izleyiciye “yüzleşme” sağlıyor, bir nev-i yabancılaşmayı azaltıyor. Francis’in elini masaya vurması, göz devirmesi gibi detaylar hikayenin samimiyetini artırıyor.
– Netflix’in geliştirdiği özel sistemle izleyicilerin dizileri nerede durdurduğu, kaç dakika sonra ekrana döndüğü, nereyi tekrar izlediği ve hangi diziyi izleyenlerin başka hangi film ve projelere ilgi gösterdiğinin belirlediği biliniyor.(http://www.salon.com/2013/02/01/how_netflix_is_turning_viewers_into_puppets/) Dizinin bu matematik hesabıyla projelendirildiğini düşündüğümüzde başarının tesadüf olmadığı aşikar.
– Senaryo gerçekçi… Örnek: iş yerinden eleman çıkaran Claire’ın bir süre sonra bir Starbucks çalışanıyla yüzleşmesi, Francis’in “devlet büyüklerine” sesini duyurmak için çırpınan bir adamı sakinleştirmesi hikayenin çatışmalarla örülü gerçekliğini destekliyor.
– Dizinin eleştirebileceğim noktası ise ürün yerleştirmedeki eğretilik. Apple, Canon gibi markaların ürünlerinin kullanıldığı dizide ürünler tam anlamıyla göze sokuluyor.
– Sık sık aforizmalara yer verilen dizi sosyal medyadaki popülerliğini de bu şekilde destekliyor. Her bölümde “şu tweetlenir” denilecek birkaç cümle muhakkak geçiyor. Ne de olsa “zamane dizisi”.
– İşte geçtiğimiz hafta her gazetenin Time referansıyla adına yer verdiği House of Cards böyle bir proje. İzlediğinizde beğeneceğinize ve tanıştığınıza memnun olacağınıza ise şimdiden eminim.
– Türkiye’de yapılmış bir elin parmağını geçmeyecek kadar politik diziyi düşündüğümde benzer bir yapım biz de olabilir mi diye aklımdan geçirdim. Olur da böyle bir işe kalkışılırsa başrol adayımı şimdiden ilan edebilirim. Tartışmasız ve alternatifsiz Çetin Tekindor…