Sultan Ne Sultan, Ne Sultan!

Sultan dizisi malumunuz Pazartesi akşamı başladı ben ise Aliye dizisini bile 6 yıl sonra köşesine taşıyan biraz “geriden gelen” bir yazar olarak bu kez fazla geç kalmadan (şaka bir yana) Cumartesi günü diziyi izleyip notlarımı aldım ve şimdi yazıyorum.
Aldığım notlar birkaç sayfayı aşınca hem okuru yormamak hem de ilk bölümden uzun uzadıya analiz yapmak yerine “not” paylaşmak açısından görüşlerimi madde madde açıklayacağım.

Teaser Diziyi Yansıtmıyor
-Sultan dizisi hakkında belirtmem gereken ilk nokta biraz özeleştiri kaynaklı olacak. Diziye karşı olan önyargımı izlerken fark ettim, sonrasında sosyal ağlarda ve sözlüklerde yapılan yorumlara bakınca anladım ki yalnız değilmişim. Bir dizi teaserda ancak bu kadar kötü tanıtılabilirdi… Sultan’ın köprü üstünde “Sultan ne Sultan, ne Sultan!” nidalarının antipatikliği, dizinin şahane güldürü unsurlarına, kültürel çelişkilerine ucundan bile değmeyen o fragmanların talihsizliği televizyon tarihine eksiyle geçecek nitelikte.

– Dizinin reyting rekortmeni olmayı beklemediğini ikinci kuşakta, yaz dönemi başlamasından hatta entrika yoksunu senaryosundan anlayabiliyoruz. Malumun ilanı olarak yazdığım bu maddeyi örneklemem gerekirse Canım Ailem, İkinci Bahar, Sultan Makamı, Yabancı Damat gibi aynı türden sıcak aile hikayelerinin efsaneleştiğini ancak hiçbir zaman “rekortmen” sıfatına nail olamadığını belirtmeliyim.
Sultan, Nurgül Yeşilçay İçin Risk
-Hazır konuyu açmışken Nurgül Yeşilçay gibi etnik hikaye anlatsa dahi entrikadan vazgeçmeyen bir oyuncunun (bakınız Ezo Gelin), böyle bir aile hikayesinde başrol oynaması (İkinci Bahar dışında oynadığı bir sıcak aile hikayesi gelmiyor aklıma aslına bakarsanız dizi sektöründe bu tür diziler zaten sayıca çok değildir) yapımcı ve oyuncu için hem risk hem de şanstır. Sultan’ı risk olarak addetmemin bir nedeni de Nurgül Yeşilçay’ın sadık izleyici kitlesinin sevdiği “ortalama” seyir türünün de onun rol aldığı diğer entrika dolu, aşk dizileriyle orantılı olabileceği varsayımı ancak hem dizi sonrası yapılan yorumlardan hem de reytingten anlıyorum ki oynadığı neredeyse her dizide gözyaşlarını bolca görmeye alışık olduğumuz Nurgül Yeşilçay, bu kez bir yandan güldüren bir yandan hüzünlendiren Sultan’la bu riskin altından kalkacak gibi.
-Neredeyse her televizyon eleştirmeninin üstünde durduğu nokta dizinin şivesi ancak Diyarbakır ağzı usta bir oyuncu koçuyla halledilebilir, bu eleştiriler muhakkak yapımcı tarafından dikkate alınıyordur. O nedenle ben o konuya hiç girmiyorum zaten ağız konusunda “iyi”, “kötü” diyebilecek kadar diyalekt bilgisine sahip de değilim.
Kürtçe Olmadan Diyarbakır Tanıtılabilir mi?
– Gelelim benim asıl üstünde durmak istediğim noktaya. Dizide Hasanpaşa Hanı, Yedi Kardeşler Burcu, Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi, eski Diyarbakır sokakları her dizide geçişlerde gördüğümüz boğaz manzarasının yanında çok güzel bir alternatif oldu. Dizi görsel açıdan şehrin kültürel tanıtımını da biraz olsun misyon edinmiş gibi duruyor. Bu açıdan kesinlikle takdir şart. Ancak eksik görülen noktalar da yok değil. Diyarbakır’da geçen bir hikayede bir cümle olsun Kürtçe duymadım. Diyarbakır gibi doğu bölgesinin büyükşehiri olan bir şehrin en büyük kültürel zenginliği dili ve dini çeşitliliğidir. Diyarbakır gibi Süryani kültürün hala yaşadığı, Kürtçenin yaygın kullanıldığı bir yörede bu çeşitlilikten ufacık bir parçayı dizide göremedim. Keşke olsaydı diyorum, keşke görülseydi… Yıllar önce Seher Vakti dizisinde ve son olarak Kasaba’da gördüğümüz o çeşitliliğe entrikalarla örülü dizi dünyasında bir üçüncü alternatif daha kattık diyebilseydim. Ağalı konaklı sözde “etnik” dizilerin içinde bir aile hikayesinin anlatıldığı Sultan keşke içine serpiştirilmiş Kürtçe diyaloglarıyle gerçekten etnik özellikleri de gösterebilseydi… Gelecek bölümlerde umarım bu eleştiri bir karşılık alır da ben köşemden sevinçle haksız bir eleştiride bulunduğumu duyururum.
(“Dizinin böyle bir tanıtma misyonu yok ki!” Diyecek olanlara dizide kullanılan onlarca özlü sözü, türbe ziyaretlerini ve aceleci bacı helvasını hatırlatarak dizinin böyle bir misyonu da kendine uygun gördüğünü hatırlatmak istiyorum. Ama Diyarbakır tanıtılacaksa özlü sözlerden fazlasını söylemek gerekiyor…)
-Dizinin en beğendiğim noktalarından biri de (her ne kadar bölgedeki kültürel çeşitliliğe değinmese de) bazı kültürel farklılıkları göstermesi. Fransa’dan gelen torunun mısır gevreği istemesi, üniversiteli genç kadının Sultan’a “kadınlığın” eksiklik olmadığını öğütlemesi gibi pek çok kültürel ve sosyal yaşam farklılıkları dizide yer alıyor. İzleyiciyi hem gülümseten hem de düşündüren bu anlar hoşgörüyü, anlayışı ve farklılıklardan korkulmaması gerektiğini de alttan alta öğütlüyor. (Türkiye’nin farklılıklara karşı politikaları ve kötü haber dolu gündemi içinde ilk öğrenilmesi gereken de bu sanırım)
-Dizinin kare aslarından biri de Nur Sürer… Şimdiye dek sosyal misyonu olmayan işlerde yer almadığını gözlemlediğim oyuncunun neden Sultan’ı kabul ettiğini diziyi izleyince çok daha iyi anladım. Bir kadının Diyarbakır’da ayakları üstünde durma hikayesini anlatıyor dizi, hem de Nur Sürer’in canlandırdığı oğlunun tarafında olan Kayınvalide rolüne katılan “geleneksel” sosla…
Kadın Hikayesinin Başımızın Üstünde Yeri Var
-Dizinin bir kadın hikayesi olduğunu en baştan belirtmiştim. Dizide kadına ve kadınlığa dair şu anları ve sözleri izlerken not almadan edemedim. 15 yıl kendisini terk eden kocasını bekleyen Sultan’ın babasının evine alınmayışı, kayınpederinin ona “sahip çıkması”… Çocuğu olmadığını söylediğinde “En azından çocuk babasız kalmamış kocan gidince” diyen şehirli-üniversiteli Pınar’a “Burada çocuğun olmaması ne demek biliyor musun, onlarca türbe var” demesi… Dükkan kiralamak için görüşme yapan Sultan’a ilk söylenenin “Kadın başına ne edeceksin dükkanı” olması… Pınar’ın “ev arkadaşı olalım” önerisine Sultan’ın “Ev arkadaşı! Kadın başımıza! Sen burayı Paris belledin?” diyerek yanıtlaması… Bunların hepsi dizinin dolu olan alt metnini, kadının hayattaki yerinin diziye nasıl yansıdığının göstergesi.
Sonuç…
Dizi ilk bölümüyle bende olumlu izler bıraktı, babaların atışması Yabancı Damat ve İkinci Bahar’dan sahneleri hatırlatırken Sultan’ın Şeyhmus’a olan hırsı Canım Ailem’deki Meliha’yı gözümde canlandırdı. Televizyon tarihinde efsaneleşen bu üç dizinin yanı sıra dizinin müzikleri ve görüntüleri ise mahalle hayatını ekrana en iyi taşıyan dizilerden biri olduğunu düşündüğüm Sultan Makamı’nı aklıma düşürdü. Bahsettiğim hiçbir dizinin reyting rekortmeni olmadığını bir daha hatırlatarak Sultan’ın reytinglerinin bu ilk çıkış geçtikten sonra muhtemelen vasat seviyelerde kalacağı öngörüsünü ve gönüllerde taht kuracağı müjdesini bir arada veriyorum. Tabi Diyarbekirlilerin gönlünü kazanmanın şartlarını yerine getirip ağız düzeltilip bir de Kürtçe de kullanılmaya başlanırsa işte o zaman Sultan gerçekten efsaneleşir diyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir