Bir Şarkısın Sen ekranda üçüncü sezonuna giren ancak 3 yıldır aynı köşede yazan ben tarafından hiçbir şekilde değinilmeyen bir iş…
Nedense yazmamışım bu güzide ekran deneyimini… Nesi güzide derseniz, çocukların ana aktör olduğu ender yarışmalardan olması o güzideliklerden biri.
Programın ikinci bölümü üzerindeki donelerden faydalanarak notlarımı hazırladığımı belirterek başlayalım programın arka planında olanlara, verilen mesajlara, nedenlere, nasıllara… Programın “Memleketim” şarkısıyla açıldığını vurgulayarak müsamere tadındaki bu milliyetçi girişin altını çizmezsem olmaz. Çocukların “Bir başkadır benim memleketim” şarkısını Onuncu yıl marşı coşkusuyla söylediği ve seyircilerin de ayakta bu gösteriyi alkışladığını belirtmem gerek.
Yarışmacıların (yarışan şarkılar aslında öyle deniyor ama çocuklara da ancak yarışmacı sıfatı düşüyor formatta ne yapalım) şarkıları ise ayrı bir tartışma konusu. Caz gırtlağı ile beğeni toplayan Şebnem önce sahnede görünüyor, sonra Soner adlı çocuğumuz damardan zerk ediyor arabesk aşısını. Sensiz cennet bile sürgün sayılır derken yüzündeki acıyı görseniz feleğin çemberinden, aşk acılarının en ağırından geçmiş bir adamın haykırışını izliyorum zannedersiniz, birkaç isim sonra sahne alan Berna’nın “Fani dünya yıktın beni” bölümlerindeki beden dilinin ise ayrıca incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Alaycı üslubuma aldanmayın, 10 yaşında bir çocuğun “Toprak olur taş olurum, yoluna yoldaş olurum istersen kardeş olurum” naraları bende tam anlamıyla şok etkisi yarattı.
Küçücük çocukların özellikle “şarkıların yarıştığı” söylenen bir işte böyle şarkıları sahneye taşımaları “vurgun sayılır” benden söylemesi. Bir kere takım elbiseler, abiyelerle çocuğa benzemeyen “çocukların”, çocuklardan beklenmeyecek itaatkar duruşlarının “ne kadar da saygılı, düğmesi bile ilikli” tavrında “olumlu” olarak eleştirilmeleri zaten ekrana yansıyanın çocukken yetişkin olmaya zorlanan insanların eğlencesi olduğunu ortaya koyuyor. Yani bu yarışma çocukların yeteneklerini değil çocukların yetişkin taklidi yaptığı bir formatı eğlence unsuru olarak sunuyor. İzlerken “Büyümüş de küçülmüş sanki” yorumlarının yapılması da bunun göstergesi zaten…
Çocukların profilleri ilk yarışmaya göre biraz daha değişmiş gibi geldi bana, çocukların isimlerinden, ailelerinin görüntülerinden de anlaşılıyor ancak çok derinlemesine bir inceleme değil yalnızca gözlem olduğundan bunu eleştiriye değer bir nokta olarak sunmak istemiyorum. Kolay yoldan zengin olma, sınıf atlama vesilesi olarak görülen popstar türevi bu yarışmalarda ailelerin “umudu”, “kendilerine sınıf atlatacak tek tesellileri” olan çocuklarını görmeleri de bu nedenle bu kadar gurur kaynağı. İzleyici için de böyle, onlar da kendi çocuklarını bir gün o ekranda görebilmeyi umabiliyorlar böylece. O çocukların ağzından bir de acılı şarkılar, hayat mücadelesine isyan ve geçmişte bırakılan aşkın sancılarını duyduk mu tamamdır, çocuklar acımızı farkındadır ve bu hızla yakın zamanda da köşeyi döneceklerdir…
30 yıldır Küçük Ceylan, Emrah, Onur, İbo, Didem gibi birçok türevle ekrana gelen bu çocuklardan yetişkin modeli yaratmanın son örneği olan yarışmayı sempatik bulanlar olabilir ancak ben çocuk adı altında başkalaştırılan yaşı küçük üniforması büyük bu kişileri izlerken yalnızca antipati duyuyorum.
Çocukların psikolojisi, yarışmacıların sosyal profilleri gibi konulara başka bir yazıda değinmeyi tercih ediyorum.
Kıssadan hisse bu program reyting alır çünkü “halk zevki”ni temsil eden şarkı seçimi, ailelerin sınıf atlama idealine vesileliği bunu garantiler ama benim “iyi işler” listemde yer alır mı, Hayır!