Evlerden Biri’nin yakışıklı Erdal’ı, Aramızda Kalsın’ın şımarık Taylan’ı, Boynu Bükükler’in öğrenci Doruk’u Barış Aytaç ile diziler ve TV dünyası üzerine konuştuk. Sektörün başkenti Cihangir’de buluştuk, biraz sitem biraz umut dolu bir sektör eleştirisi yaptık. Cine Dergi’den Gizem Kaboğlu’nun soruları ile Barış Aytaç’ı biraz daha yakından tanımak isterseniz buyurunuz:
Sence bir dizinin tutması için gerekli olan ne? Mesela Boynu Bükükler neden tutmadı?
Zor bir piyasanın içerisinde hepimiz sevilen ve takip edilen işler yapmaya çalışıyoruz, tabii ki bunlar arasında seyirciden beklediğimiz tepkiyi almayanlar da oluyor. Anladığım kadarıyla samimiyet mühim… Aramızda Kalsın çok samimi bir iş mesela. Bir de diğer değişkenler neler kanal, yapımcı neler konuşur ben de bilmiyorum. Bize bu dizi şu nedenle yayından kaldırılıyor denmiyor, çok memnun olduk inşallah yine çalışırız diyerek ayrılıyoruz. İşin tutup tutmayacağına çok da fazla kafa yormuyorum, o karakterin benimle özdeşleşecek yerleri var mı, keyif alıyor muyum ona bakıyorum.
“TELEVİZYON PARA KAZANMA ARACI”
Boynu Bükükler neden tutmadı sorusunu kenara koyuyorum o zaman, sen neden Boynu Bükükler’de oynamayı kabul ettin? Karakter sana ne vadetti?
Aslında sadece Boynu Bükükler için konuşamam ama televizyonu tercih etmemde maddi beklentiler daha ön plana çıkıyor. Ben tiyatro sahnesini öncelikle tercih eden bir oyuncuyum ancak günümüz şartlarında tiyatrodan para kazanmak çok mümkün değil. Boynu Bükükler’e evet dememde bir önemli faktör de Gün Koper’di, çok yakın arkadaşım ve onun işte olduğunu öğrenince çok keyifli çalışacağımıza emin oldum ki öyle de oldu. Karakterin derinliğine dair çok fazla bilgim yoktu başlarken, sonrasında da çok fazla açılmadı zaten.
Evlerden Biri’nde ise başroldün. Bir rolü kabul etmekte rolün büyüklüğü önemli midir senin için?
Ben ona pek bakmıyorum, Evlerden Biri’ni kabul etmemdeki etken yapımcı Ata Türkoğlu’ydu. Onunla Ankara’dan tanışıyoruz, benim bu işin altından kalkabileceğime güvendi, ben de kabul ettim.
Ankaralı olmak bir oyuncuya neler katar? Ankara etiketinin oyunculukta “farklı” algılanmasının nedeni nedir sence?
Ankara’da yapacak çok fazla şey yok ve birlikte olmak zorundasınız. Orada arkadaşlar kolay kolay ayrılmaz, küsmezler. Ortak idealleri vardır… Ankara’da deniz yok ama arkadaşlık var. Samimi ve özverili bir paylaşım söz konusu bu da elbette beklenti yaratıyor. Örneğin, ben zannetmiyorum ki bu sektörde Ankaralı olan herhangi biri şımarıklık yapsın…
“EVLERDEN BİRİ’NDE ERDAL BENİ ÇOK DEĞİŞTİRDİ”
Evlerden Biri’nde en dikkat çeken karakterlerden biri de Özgür Çevik’in canlandırdığı İskender’di. O tip asosyal bir karakter senin için daha çekici olabilir miydi?
Ben zaten günlük hayatımda İskender’e daha yakın biriydim ama oyunculuğun değişimlere yol sağlayabileceğini Erdal’la gördüm. Evlerden Biri’nde canlandırdığım Erdal’da oyunculuğuma ve hayatıma etki edebilecek noktalar buldum. O işten sonra sosyal ilişkilerim çok değişti, ben çok değiştim. Rolüm çok olduğu için onunla çok fazla zaman geçirdim. Erdal roman karakteri olduğu için zaten derinlikliydi, bu da o çocuğu yakından tanımama yardımcı oldu.
Roman karakterlerinin derinliğinin daha fazla olması oyuncu için avantaj mı, dezavantaj mı peki?
Hem avanta hem değil, çünkü uyarlamaysa insanların zihninde bir beklenti oluyor. Sizin üzerinize de bir sorumluluk yükleniyor, bu dezavantajı… Avantajı ise hikayenin nereden nereye gideceği belli olduğu için oyuncu için yol haritası çok daha net. Nereye gideceği belli olmayan, derinliksiz bir karakteri oynamak patlak lastikle yol yapmak gibi…
Aslında bu derinlik yoksunluğu ciddi bir senaryo probleminin göstergesi değil mi?
Sinemada çok güzel senaryolar var, televizyon ise büyük sıkıntı. Televizyon işleri sanki biraz aceleye geliyor, bu işleyişle ortaya çıkan eserin sağlıklı olabilme ihtimali yok.
SEYİRCİ BUNU İSTİYOR DA:“KİM BU SEYİRCİ?”
Burada sorumluluğu kime yüklemek gerekiyor sence, izleyici bunu seviyor diyerek izleyici hedef gösteriliyor. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Sorumluluk yapımcıda bence. Seyirci bunu istiyor bunu veriyoruz demenin doğru olmadığını görüyoruz, çok büyük beklentili işler tutmayabiliyor. Seyirciyi neye göre ölçüyoruz o da mühim, kim bu seyirci bilmiyoruz. Seyirci burada suçlanacak en son mercii bence, biz bu işe emek verenler olarak işleyiş sıkıntılarının da muhatabı olmalıyız.
Aramızda Kalsın’ın en antipati uyandıran karakterlerinden biriydi Taylan. Bu kadar sevilen bir dizide en sevilmeyen karakteri canlandırmak nasıldı?
Çok zordu… Ben bu karakteri anlamıyorum, bu adam neden bu kadar gıcık anlamıyordum. Taylan çok gıcık bir adamdı, ben bile okurken, konuşurken rahatsız oluyordum. Zengin bir ailede büyümüş hafif şımarık bir çocuk olarak görmeye çalışarak onun davranışlarına sebep aradım, bulamadım…
Şimdiye dek oynadığın roller birbirinden çok farklıydı hal böyleyken “yakışıklı oyuncu” olarak anılmayı haksızlık olarak görür müsün?
Hayır, neyle anıldığımı çok umutsamıyorum. Ben işimi yapıyorum. İşimi içime sindiğim şekilde yapmaya çalışıyorum o kadar, öyle diyorlarsa öyledir.
Bazı sosyologlar Kıvanç Tatlıtuğ’un jön olmasını batı özentiliği ve aşağılık kompleksi nedeniyle sarışın bir ismin istisna olarak ünlü olması olarak yorumluyor. Türkiye’de sarışın bir oyuncu olmak sence dezavantaj mı?
Oyunculukta tip bir dezavantaj değil bence. Bu işi severek yapıyorsanız sizin bir dezavantajınız olamaz. Kaldı ki Kıvanç’ın başarısı da yakışıklılığına veya tipine indirgenmemeli.
“PLATONİK AŞK DAHA GÜVENLİYDİ”
Platonik aşklar yaşadığını okudum eski röportajlarında, birine aşık olmak bir aşkı yaşamaktan daha mı özel sence? Platonik aşkta çekici olan nedir?
Bu röportajı vereli çok oldu ben de çok değiştim ama sanırım içimde o ilişkiye başlarsam büyüsü bozulacakmış gibi korku vardı. Çünkü zihnimde olduğu sürece o ilişkiye zarar verebilen de yalnızca ben olabiliyordum ve kendi hayalimde yaşamak daha güvenli geliyordu. Şimdi zamanın getirdiği bir rahatlık var tabii…
Röportaj: Gizem Kaboğlu
twitter.com/gizemkaboglu