O Hayat Benim’in Mehmet Emir’i Sinan Albayrak ile Dipnot Tablet Dergi’nin televizyon sayfalarında tarihe not düşülmek üzere söyleştik. İstanbul’un serin bir akşamüstünde gerçekleşen röportaj öncesi Albayrak’ın arkadaşlarından edindiğim bilgiyle ciddi görünüşünün aksine beni esprili, güler yüzlü birinin karşılayacağına emindim, öyle de oldu. Bisikletle mekana gelecek kadar kalıpların dışında bir İstanbul sakini ile karşılaştım… Kendisinin de cümlelerinde okuyacağınız üzere sakin, insana değer veren ve açık sözlü biri Sinan Albayrak. Meraklı gözleri daha fazla yormadan röportaja geçelim, iyi okumalar sayın okur:
“AĞA DİZİLERİNDEN VE ZENGİN FAKİR HİKAYELERİNDEN BIKTIM”
O Hayat Benim’de Mehmet Emir’in hikayesini oynamaya değer kılan ne?
Çapraşık duygular… Adamın bir çıkmazda oluşu… Sonradan şekillenen hikayesi çerçevesinde Mehmet Emir renkli bir şahsiyet sunuyor bana ve izleyiciye. Bugüne kadar hiç baba figürünü oynamamıştım. Benim için hem biraz sersemletici hem de demek ki artık bir yaşa geldik dedirten, iç burkucu bir rol.
Kişisel görüşüm ekrandaki tüm işler birbirine benziyor…
Ben de aynı dertten mustaribim. Çok fazla yerli dizi izlemiyorum. Bizim seyircimiz sıcak ve tanıdık hikayeler seviyor, seyirci çok fazla şaşırtılmıyor artık, Ezel gibi senaryolara ihtiyacımız var. Doğu’da ağa dizilerinden ve şehirde geçen zengin fakir hikayelerinden bıktım. Yabancı dizi izlediğim zaman da biz elli yıl sonra mı böyle diziler çekeceğiz diye bir hayal kırıklığı yaşıyorum.
İzleyici neden O Hayat Benim’i izlemeli? Bu dizinin ekrandaki diğer işlerden farkı ne?
Başka bir çocuğun Mehmet Emir’e evlatlık olarak verilmiş olması ilginç bir konu ama seyirci için asıl fark yaratan çok hoş bir oyuncu yelpazemizin olması olduğunu düşünüyorum. Her oyuncunun ayrı bir seyirci kitlesi var. Sokakta yürürken insanlardan çok sıcak tepkiler geliyor. Bu çok hoşuma gidiyor. Sokakta “Ne olacak bu kızınızın hali”, “O sizin kızınız değil Mehmet Emir Bey” diyorlar… (Gülüyor)
Bir dizi getirseler ve beraber oynayacağınız oyuncuyu siz seçin deseler ekipte kimler yer alırdı?
Hmm… Bizim dizide Turgay Aydın oynuyor, yakında çalışmaya başlayacağımız bir filmde de onun rol almasını çok istiyorum. Avrupa sinemasını iyi bilen, orada rol almış ve son derece minimal oynayan bir oyuncu. O kesinlikle olurdu böyle bir projede. Bülent Emin Yarar’ı çok isterim. Şener Şen, Haluk Bilginer gibi isimleri zikredebilirim. Senaryoda isim benim için çok önemli değil, ufkunu açmış yeni bir senarist olabilir. Bir adım sonrasını göremeyeceğim bir senaryoda oynamak istiyorum.
Yönetmen?
Yönetmen olarak abimi isterim. TRT’de kameraman kendisi, Okay Albayrak. Sinemayı çok iyi bilen bir insandır, zaten ben sinema merakımı abilerimden aldım. O kadar ilginç fikirleri var ki, zaten abilerime “Bunu artık bir kâğıda dökün ve projeyi başlatalım” diyorum, biraz sitemkârım.
“SOKAKTA JÖN GİBİ DOLAŞIYORUZ!”
Bu soruyu sorduğumda herkes kadın oyuncu adı söylemekten çekiniyor. Erkek oyuncular daha mı kolay tescilleniyor acaba?
Ben çok isim bilmediğim için isim zikretmiyorum (Gülüyor). Jönlük vasfının geçerli olduğu bir Yeşilçam’dan geliyoruz, etkisi hala devam ediyor. Sanırım bu yüzden erkekler daha kolay tescilleniyor. Türkiye’de ne kadar doğal görünmeye çalışırsak çalışalım sokakta jön gibi dolaşıyoruz, artistiz havalarındayız. Doğalı bir türlü koruyamıyoruz ancak Binnur Kaya bu doğallığa sahip ender isimlerden mesela. Kadın oyuncu olarak Bennu Yıldırımlar ve Binnur Kaya muhteşemler.
Oyunculuk bir ifade yolu mu, kendi kimliğinizle ifade edemediklerinizi söylemeniz için bir fırsat olabilir mi?
Günlük hayatımızda kullanmadığımız bazı silahlarımız var, bunları ekranda çıkartıp doğrultuyoruz seyirciye. Ekran hem ifade etmek hem de fazla sayıda kişiye ulaşmak için uygun bir araç. Oyunculuk ve sinema çok iyi bir ifade aracı ama Türkiye’de profesyonel anlayış olmadığı için tam anlamıyla bunun gerçekleştiğini söyleyemem. Kime hizmet ediyor, hangi görüş bu filmi savunuyor bu sorgulanıyor. Ben işlere böyle bakmıyorum. Senaryo nasıl yazılmış, bana ne katıyor, verdiği mesaj benimle örtüşmese bile ben başka bir kimlikte olsaydım bunu nasıl savunurdum ve etkisi ne olur buna bakıyorum.
“EN BÜYÜK YARAM ÖNYARGILARA HEDEF OLMAK”
Bu anlamda bu yanlış düzen içinde doğru işler seçebildiğinizi düşünüyor musunuz?
Hayır… Ayıklamak zorunda kalıyorum. Eşrefpaşalılar’da oynadım, bana cemaatçi dendi ben hiçbir zaman cemaatçi olmadım. Ben o karakteri oynamak istedim. Sinemamızda hep hocalar çirkin, yobaz olarak gösterildi ama naif hocalar da var ki… Ben de bunu anlatmak istedim. Yarın bana Deniz Gezmiş’i oyna deseler canla başla oynardım keşke böyle bir rol verseler. Bir ara bir Nazım Hikmet oynama durumum vardı, olmadı ama çok istemiştim. Hatta saçlarım da benziyor demiştim (Gülüyor). Her senaryoyu kendi içselliği ile ele almamız lazım, size ters geliyor olabilir ama herkes her zaman yanlış söylemiyor bir dinleyin bakalım… Hemen yargılamayalım…
Siz cemaat örneğini verdiniz, cemaat nasıl bir kesim için ötekiyse cemaat için de öteki olan başka bir kesim var. Dizilerde temsiliyeti ve “öteki”ye bakışı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Örnekleri çok az… Başörtüsü ikinci projeyle ekranda, hâlbuki bu öğeler ailemizin içinde var. Fakat o kadar görmezden gelmemiz istendi ki, şimdi çok zorlama olmuş, “bak bu işin içinde provokasyon var” diyoruz. Hayır… Doğala giden yol göstermecidir… Bu topraklarda Ermeni, Rum da var. Biz ekranda hep aynı ağızda konuşan, karikatür tiplerde Ermeni ve Rum karakterler gördük. Hayır, beraber yaşıyoruz. Ben artık ötekinin karikatür olmadığını “biz” olduğumuzu göstermek ve görmek istiyorum.
Son yıllarda hakkınızda çıkan haberlerde hep “öteki mahallenin elemanı” alt metni mevcuttu. Ben bu röportajda bunu vurgulamak istemiyorum, bu şekilde tek bir kimliğe indirgenmek haksızlık değil mi yalnızca bunu sormak istiyorum?
Haksızlık, ben biraz ağır yaşadım bu haksızlığı. Ben Müslümanım, neden bunu söylemekten gocunayım ya da bunu söylediğim zaman neden öteki kısımda oluyorum? Bizim piyasamızda da bunu zorla zikrettiriyorlar ve onunla birlikte başlığa çıkarıyorlar. Ben setin ortasında “Ben Müslümanım” diye bağırmıyorum ki… Beni ruhen katıldığım bir yolculukla bile (Mavi Marmara) itham etmeye kalktılar. Söylemediğim sözlerle, beni savunan kesimi de beni düşman etmeye çalıştılar. Ben neyim ki, neden bu kadar dikkat çekiyorum diyorum. Tüm bunları Mavi Marmara’yı, Eşrefpaşalılar’ı bir bırakın bana insan olarak bir bakın diyorum, sonra da oyunculuğumla değerlendirin. Başıma bela olacak cümleler de söylüyorum ama bunları da söylemezsem rahat etmiyorum.
Toplumlar ve kişiler yaraları üzerine kimliklerini oluştururlar. Politik kimlikten ziyade insan olarak Sinan’a soruyorum, yaralarınız neler, bu kimlik nasıl oluştu?
(Gülüyor) Enteresan bir soru… Benim son dönemdeki en büyük yaram önyargılara hedef olmak. Duyulmamak ya da görülmemek… Kafalarında bir şekil var bu kıyafeti giydirip bu şekilde seni görüyor insanlar. Ne yapayım, bir PR ekibiyle anlaşıp beni sosyetik gösterin şu damgadan kurtulayım mı diyeyim, o zaman da ben ben olmuyorum. Bir de bu taşıdığım şey kime ne zarar veriyor ki, bırak benim dilimde şahadet olsun, ben bunu sana bağırarak söylemiyorum ki… Ayrıca bir oyuncunun maneviyatının çok güçlü olması gerektiğine inanıyorum, yoksa kaybolursun.
“EVLİLİĞİMİN İÇİNDE YAŞADIĞIMI HİSSEDİYORUM”
Hayatınız bir film olsa kendinizi şu an o senaryonun neresinde görüyorsunuz?
Bu kendimde sorguladığım bir şey… Çocukluğu çoktan bitirdim ama çocuksu taraflarımı yaşatmaya çalışıyorum. Yaşamın nekahet dönemindeyim. Sanki bir şey olacak ve yeniden uyanacağım, sanki sanrıların içindeyim ve yaşadıklarımın gerçekliğinden de uzaklaşıyorum. Çok güzel bir evliliğim var, evliliğimin içinde yaşadığımı anlıyorum ama sokağa çıktığımda uykuda olduğumu hissediyorum.
Bu hikayeyi izleyen biri olsanız Sinan hakkında ne düşünürdünüz?
Ne kadar pasif ve sıkıcı bir adam derdim.
Neden sıkıcı, eğlenceli olması için ne eksik hayatınızda?
Şehirden uzaklaşmak derdindeyim. Köyde bir ev yaptırdım. Orada yaşayayım, bahçemi ekeyim, akşam çay muhabbetimi yapayım komşularımla… Para da kazanmam lazım, köyden aşağıda bir çay ocağı açarım. Bugüne kadar da başka hedeflerim vardı, yaptım ve yaptığım her şey kendi huzurumu bulmak içindi. Yalnızca huzuru istiyorum…
“TEZEK KOKUSUNU ÖZLÜYORUM”
Bir röportajınızda alıntılamışsınız Grotowski şunu söyler: ‘Bir karakter yaratmak için önce kendi karakterinizi öldürmeniz gerekir’ ölmek nasıl bir şey?
Sevmediğimiz muhabbetlerin, davranışların içinde oluyoruz ve yavaş yavaş ölüyoruz ama oraya bir gidebilsem yeniden doğabileceğime inanıyorum. Herkes Bodrum’a yerleşmek istiyorum diyor, ben böyle aristokrat bir hevesten bahsetmiyorum. Ben köylüyüm… Köyüme girdiğim zamanki tezek kokusunu özlüyorum.
Taymin adını kendiniz koymuşsunuz, hayatınızda başkalarının sizin hakkınızda verdiği kararlar için bir isyanınız var mıdır?
(Gülüyor) Kararları kendim vermek isterim, ancak karar verirken desteğe de ihtiyacım var. Kökenim Çerkez, soyadım 50’li yıllarda değiştirildi, bunu bana yapıyorlarsa bırak ben de kendi adımı alabileyim.
Yakınlarınız size Oblomov diyormuş, sizin ise kendinizi tanımlarken Bezgin Bekir dediğinizi okudum.
Çok sakinimdir ondan ama sabırsız bir yanım da vardır. Hep ben Ahmet, Mehmet gibi olmayacağım, onlar hayatı gazetelerden öğrenirler ben yaşayarak öğreneceğim diyordum. Çok insan tanımak istedim, tanıdım. Fiziksel olarak da manevi olarak da çok yaralandım ama bugün bir şahsiyetim var ve bunu yaşadıklarımla ben inşa ettim.
Kara kuşak karatecisiniz, bir süre korumalık yaptınız. Bu da bu çabanın izdüşümü mü?
Kara kuşak almadım ama o seviyedeydim. Çocukken bir buz kütlesi kırıldı ve suya düştüm. Akabinde bir rahatsızlık geçirdim ve sürekli tedavi olmam, hiç terlememem, koşmamam gerekiyordu. Mahallede herkes top oynardı ben izlerdim. 20’li yaşlarımdayken bir gün bir isyanla “tedavi olmayacağım” dedim. Benim hastalığımdan eser kalmadı ve çılgıncasına her şeye koşmaya başladım. Şimdi Allah’ın hikmeti diyorum ama belki o zaman yanlış teşhis konuldu bilemiyorum.
BİR ÜTOPYA TASAVVURU: KAF DAĞI PARTİSİ
Birazda hayallerden bahsedelim Kaf Dağı Partisi’ninin manifestosunda neler var?
(Gülüyor) Hayallerin gerçek olduğu, umudun olduğu yerdir Kaf Dağı. İnternet üzerinden bir parti kurmayı düşledim, insanlara davet gönderelim, orada insanlar konuşmaya başlasınlar, tartışmayı öğrensinler. 2 yıl kadar sürsün bu… 2 yılın sonunda bir spor salonu kiralayalım ve insanları oraya toplayalım. Bu insani bir hareket… Doğu, Batı, sağ, sol buluşsun… Hedef kinden, nefretten, kavgadan uzak yaşayabilmek. İnternetten seçim yapıp bakanlarımızı belirleyelim.
Ütopya aslında…
Elbette…
Şakalarınız meşhurmuş diye duydum?
Hadi canım…
En ilginç şakanız neydi?
(Gülüyor) Ben korkutmayı çok severim. Bizim köyün adı Cinliören. Herkesin bir cin hikayesi vardır, cinlerin geçiş kapısının bizim köyden açıldığına inanılır köylülerce. Ben de bu korkuyu bildiğim için, gecen köye gider, mezarlığa ışıklar kurar köye ışık oyunları yaparım. Kapılara vururum, tenekeler patlatırım, kaos yaratırım köyün içinde. Sonra sabah olunca köye girerim ve cin hikayeleri anlatılmaya başlar, “Dün gece şöyle oldu” diye. Ev arkadaşlarıma da çok kötü şakalar yaptım ama onları anlatmayayım. (Gülüyor)
Sadık bir Murat Menteş okuruna sormadan edemedim 100 yaşına kadar yaşamak ister misiniz?
(Gülüyor) Sağlığımla, sevdiklerimle birlikte olursa neden olmasın ama ben uygun bir vakitte ölmeyi tercih ederim.
İNANDIRAMADIĞIMI DÜŞÜNDÜĞÜM AN OYUNCULUĞU BIRAKIRIM
Oyunculuğunuzu ne bitirir?
Oyunculuk yapamıyorum diye düşündüğüm an, inandıramıyorsam biter.
Ufukta neler var?
Muhtemelen yine yargılanacağımız, hedef gösterileceğimiz bir sinema filmi projesi var. Son süreçleri anlatan bir hikaye, devlet içinde olanların arka perdesini anlatacak…
Röportaj: Gizem Merve Kaboğlu
Dipnot Televizyon yazılarını ve çok daha fazlasını Dipnot Tablet dergide okuyabilirsiniz.
App. Store’dan iPad ve iPhone’nunuza ÜCRETSİZ indirmek için tıklayınız.