Kiminiz onu Seksenler’in Ergun Plak’ı olarak tanıyorsunuz, kiminiz Kış Uykusu’nun imamı olarak… Heberler’in acar muhabiri de oldu ekranda, çocuk programlarının sempatik sunucusu da… Yetmedi, elinde avucunda ne varsa Ankara’da bir sanat okulu açmaya yatırdı. Nereden baksanız ilginç bir adam Serhat Kılıç. İdealist bir adam. Son olarak Gürcan Yurt’un efsane karikatür serisi Robinson Crusoe ve Cuma’dan uyarlanan aynı adlı filme başrolde yer aldı. Film için ‘Bir gişe filmi değil’ diyor, beklentilerin aksine. ‘Ben öyle oynamadım’ diyor ve ekliyor: Kendimden inancımı yitirmeyecek kadar ödün verdim.

En klişe sorudan başlıyorum, ıssız bir adaya düşsen yanına alacağın üç şey nedir?
Yanına ne alırsan al, bir şey değiştirmez. Allah düşürmesin. (Gülüyor)
Robinson’un Türk olması hikayeye nasıl renk kattı?
Erkek adam en yakın arkadaşının kızına yan gözle bakar mı? Bizim mahalle kültürümüz, örf ve ananelerimiz Yorkshire’lı bir adamın ağzında komik duruyor. Katolik ama Hasbin Allah diyor mesela.
Bir oyunun provalarında terlemekten 8 kilo vermişsin, Küba sıcağı kaç kilo götürdü? Çok terleyen biri olarak zorlanmadın mı?
Çok zorlandım, çok sıcaktı. Yaklaşık 5-6 kilo da orada verdim.
Bu filmde büyük bir yalnızlık var, bu hem oyuncunun sırtına yük bindiren bir durum hem de komedi için riskli bir durum. Seni zorladı mı?
Hiç zorlamadı. Bence hepimiz çok yalnızız da kendimize itiraf edemiyoruz. O yüzden benim için başka bir serüven oldu.
Senin Cuma’n var mı? Ekürin olarak sayabileceğin bir arkadaş mevcut mu hayatında?
Hakan Bulut. Sakın alınmasın ona bayılıyorum! Cuma Robinson’u tamamlayan ve var edendir; Cuma olmadan Robinson yok çünkü. Hatta ben orijinal romanda da Cuma’nın olmadığını, Robinson‘un 25 yıl sonunda kafayı yiyip bir Cuma uydurduğunu düşünüyorum. Ben çok şanslıyım Hakan Bulut’um var, Cello! Biz kendi aramızda Cello diyoruz, Fikirtepeliler bilir. (Gülüyor)

Bu bir gişe filmi değil diyorsun, karikatürü olan pop kültür ürünü bir karakter ve komedi filmi ama gişe filmi değil. Kıstas ne senin için?
Kıstas kendimim. Bana göre gişe filmi değil; gişe filmine göre de oynamadım. Ne kızların ne de kendimizin bir yerini açtık; öyle olsaydı açardık, küfürleri kaldırmazdık. Her küfürde herkes çok gülerdi, 5 milyon kişi izleyebilirdi ama ben çok üzülürdüm, bütün inancımı yitirirdim. O yüzden inancımı yitirmeyecek kadar kendimden ödün verdim.
Müzikal yapmak istediğini biliyorum, en son seni bir otomobil markasının reklam filminde şarkı söylerken gördük. Tepkiler nasıldı?
Gayet güzel… Sen orada görmüşsün, ben sürekli şarkı söylüyorum. Reklam, dizi, film… Mutlaka araya bir şey sokuşturuyorum. Dans ediyorum, şarkı söylüyorum. Bu da benim kendimi ifade ediş şeklim. Her birinin farklı tadı var; hiçbirinden vazgeçemiyorum.
AŞIK OLDUĞUNU ANCAK BİTİNCE ANLARSIN
‘40 yaşında, parası da var neden evlenmiyor’ diyorlarmış senin için, evliliğin gerekli olduğunu mu düşünmüyorsun yoksa bazı şeyleri bitirdiğine mi inanıyorsun?
Param yok okula yatırdım, yanılmasınlar. Kahrolsun “bağzışeyler”.
Aşık olduğunu nasıl anlarsın?
Sen anlamazsın. Çünkü sen kör kör dolanıyorsundur; insanlar arkandan “Aa bu körkütük aşık” derler, sen zaten körkütüksündür. Onu sen anlamazsın, sen onu bitince anlarsın.
Son olarak benimle daha önce hiçbir yerde söylemediğin bir düşünceni paylaşır mısın?
Son günlerde olanlardan çok utanıyorum… Herkesin tepesinde taşıdığı tasın büyüklüğünde sorumluluğu paylaşması gerektiğini düşünüyorum. Öğretmenler, profesörler, siyasetçiler, milletvekilleri, oy verenler, anneler, babalar… Hiçbir yerde söylememiştim ama çok utanıyorum.
NE MUTLU Kİ ANKARALIYIM
Ankara’da kendi adını taşıyan bir sanat okulu açtın. Filmde Cuma’yı canlandıran John Nyambi şimdi senin okulunda öğrenci… Neler öğrenmesi gerek sence?
Ben de kendi Okulum’da öğrenciyim. Bu söyleşi buna yetmez, daha yeni başladı, yolu çok uzun.
Peki, neden Ankara’da açtın okulu? Üniversiteyi de orada okuduğunu hatırlıyorum bu yüzden mi?
Doğma büyüme Ankaralıyım. Ankara daha hijyenik sanatla uğraşmak için, oyun oynamak, arkadaşlık etmek için, konuşmak etmek için… Her şey için Ankara daha hijyenik. İstanbul bir metropol, burada öğrencileri bile ayıklayamam. Ben kendim de İstanbul’da doğmuş büyümüş olsam buralara gelemezdim daha komik, daha zengin daha magazinsel ama daha mutsuz, daha huysuz, daha duyarsız olurdum, farklı olurdum. İyi ki Ankaralıyım, ne mutlu Ankaralıyım…
Röportaj: Gizem Kaboğlu – Dipnot Tablet Dergi