Medcezir’e veda ederken dizinin gençlik dizileri arasında nasıl fark yarattığına değinmek istedim. Gelin madde madde inceleyelim.
Medcezir dramalardan alışkın olduğumuz, gençlik dizilerinde yabancı kaldığımız “sınıf atlama” durumuna çok iyi bir örnekti. Bu alışkanlık drama izleyicisini çekerken, genç izleyiciye de yeni bir hayal atmosferi sundu.
Yaman’ın zengin mahallesindeki bitirim delikanlı pozları, bireysel mücadelesi ve elbette prensese ulaşan yoldaki başarılı çizgisi, sınıfsal kimliğinden azade yeni bir aidiyette vücut bulması dikkat çekiciydi. Bu bireysellik günümüz şehir insanının mücadelesi ve gençliğin “Amerikan rüyası” için tam bir özdeşim sağladı.
1971’de Diyarbakır’da kurulmuşsun senin deyiminle. Çok az röportajına rastladım sormak bana düşüyor o zaman kuruluş hikayesinden bahsedelim mi?
Diyarbakır’da doğdum ve kendimi bildim bileli çalışıyorum. Hiç bitmeyen projelerim ve bunları hayata geçirmeye çalışmakla ilgili uğraşılarım oldu hep. Sanki biri beni kurmuş da durana kadar çalışmak zorundaymışım gibi hissettiğim için öyle demiştim. Kontrolsüz ilerledim uzun zaman ama kontrolü kendi elime alınca iş keyifli bir hale geldi. Hayatım boyunca hep sahnede olmayı hayal ettim. Öyle de yaptım. Bu tabii sadece tiyatro ve opera sahnelerinde de olmadı, yaptığım bütün işleri ve toplantıları aynı motivasyonla sahnedeymiş gibi yaptım ve yapıyorum. Her şekilde olursa olsun sahnede olmayı gerçekten çok seviyorum.
TELEVİZYONDA BİLİNİR OLMAK ÇOK EĞLENCELİ
Biyografin baktığımda oyunculuk, yönetmenlik, opera eğitimi, öğretim üyeliği, solistlik gibi alt başlıklar görüyorum. Bu kadar çok şapka taşımak yorucu değil mi? Bir de buna şapkaya rağmen Mira’nın babası olarak anılmayı haksızlık olarak görüyor musun bunu merak ediyorum.
Hayatımın bir kısmını arayış içerisinde geçirdim. Zira bir hedefe kitlenerek ilerlemek öğretilmemişti. Ben bunu yolda öğrendim. Bu alt başlık dediklerinin hepsini, aslında kendi duyduğum ihtiyaçtan yaptım. Yani hayal ettiğim gibi olmayan tüm işleri, kendi hayal ettiğim, olmasını istediğim şekilde tasarlayarak uygulamaya çalıştım. Bir kısmında başarılı oldum da diyebiliriz. Aslında her bir alt başlığın bir sosyal çevresi var ve kendime her bu sosyal çevrede bir yer edinebildim. Ancak popüler kültürün içerisinde, özellikle televizyonda bilinir olmak çok eğlenceli. Bunu haksızlık olarak göremem, çünkü işin kuralı bu.
Medcezir dizisinin castı geçtiğimiz yıl kulislerde konuşulmaya başlandığında, senaryo ve yapımcı adını duyduğumda ilk sözüm “kesin tutar” olmuştu. Hatta aylar önce, dizi başlamadan yazdığım iki yazıda da dizi izleyicileri ve sektörü biraz olsun takip edenler için malumun ilamı olan bu kehaneti dile getirmiştim. Elbette yanılmadım, dizi birkaç bölümde sadık izleyicisini oluşturdu, aldı başını gidiyor.
Nedenlere nasıllara gelmeden önce casttan başlayalım. Medcezir’in en büyük avantajı popüler başrolleri. Çağatay Ulusoy ve Serenay Sarıkaya dizinin sosyal ağlardaki TT nedenleri ve “gözünüz güzel görsün” kozları. Yan rollerin avantajı ise sağlam oyunculuklar. Barış Falay, Mine Tugay gibi kamera oyunculuğunu iyi bile isimlerin yanında Kayıp Şehir ile dikkat çeken ancak “asıl patlamasını bu diziyle yapar” dediğim Taner Ölmez de performans yükseltiyor. Çağatay Ulusoy’un da çok çalıştığı, ekrandan uzak kaldığı vakitlerde oyunculuğa yoğunlaştığı her halinden belli, çok gelişme var. Adını Feriha Koydum’da ilk sezon kendi sesiyle bile oynayamayan konu mankeninin yerini Medcezir ile gelişmeye açık, çalışkan genç bir dizi oyuncusu almış sanki…
MEDCEZİR, SIRADAN BİR GENÇLİK DİZİSİ DEĞİL!
Senaryo detaylarına gelirsek malumunuz The O.C.’nin uyarlaması olan dizinin diğer gençlik dizilerinden ne farkı vardı, neden tutacağından bu kadar emindiniz derseniz… Medcezir insan hayata nasıl başlarsa başlasın kırılma yaşayabileceğini, hayatının fırsatını ele geçirebileceğini anlatıyor. Bu sosyal mobilite meselesini Kavak Yelleri, Küçük Sırlar, Pis Yedili gibi gençlik dizilerinde değil Adını Feriha Koydum, Şöhret, İntikam, Ezel gibi dramalarda izledik daha önce. Genç izleyicileri hedef alan bir iş için bu klişe aslında bir yenilik, ancak drama izleyicileri için de bir o kadar bilindik ve umut vadettiği için hala çekici. Bu yüzden Medcezir yalnız bir gençlik dizisi değil, orta yaş izleyici için de iyi bir alternatif.
Biraz daha derine inersek aslında bu anlatım toplumdaki fırsat eşitsizliğini örten bir kılıf ve izleyiciye kendi hayatından pay biçebilmesi için hazırlanan bir “Amerikan rüyası”. Dizide Yaman’ın yaşam savaşı aslında tam da sınıfsal hareketlerin yerini bireysel mücadelenin aldığı dünyayı yani hepimizin yaşamını resmediyor. Yaman tek başına mücadele ediyor, sınıfsal kimliğini geçmişinde bırakarak yeni bir aidiyet için çabalıyor. Bireysellik dizideki hikayenin gerçekçiliğinin ve izleyici tarafından kabullenilmesinin anahtar noktası.
Bir diğer taraftan bakarsak sınıfsal farklılıkların alım gücüyle ve tüketim mallarıyla somutlaştığı dizide izleyicinin önyargılarıyla da yüzleşme fırsatı var. Çevrenizde otomobil hırsızı olduğunu bildiğiniz bir genç olsa siz ona nasıl bakardınız? Evinize alır mıydınız? Peki ya onun annesi üvey babasını öldürmeye kalkışmışsa? Ağabeyi zaten hapisteyse? İşte Yaman izleyici için hem yakışıklılığı ve sempatikliğiyle sevilecek hem de üstündeki etiketleri sebebiyle onları önyargılarıyla yüzleştirecek bir nesne. Bu da karakterin çekici olan bir diğer yanı… Ötekine duyulan merakın ve önyargının temsili… Keza orta-alt sınıf izleyici için de Mira’nın ve arkadaşlarının yaşam şekli merak ve önyargı konusu.
YAMAN’IN KURTULUŞU GEÇMİŞİNDE SAKLI
Kişinin sınıfsal aidiyetinin onun kültürel mirasını, beden dilini, aksanını, kültürel ve sembolik varlığını da biçimlendirdiğini düşündüğümüzde ise bazı önyargıların da doğrulandığını tespit edebiliriz. Hikayede Mira’yı arkadaşları kapının önünde sızmış halde bırakırken onu Yaman’ın evine alıp şefkat göstermesi bu yüzden tesadüf değil. Yaman “diğerlerine göre” daha saftır… Onun çevresinde de “kötü” insanlar olduğu gösterilse de (üvey babası gibi) aslında iki sınıfa da aynı derecede objektif bakılmadığı ufak detaylarla analiz edilebilir. Örneğin zengin olanlar içinde en iyi olan avukat da aslında alt sınıftan gelmektedir… Zaten Yaman’ın kendi konumundan kurtulmasının, refah içinde bir hayat sürmesinin yolu da dizide bu saflığını yani aslında kendi sosyal mirasını devam ettirmesine bağlı. Hatırlayın ona yeni bir hayat vermenin şartı çok çalışması, iyi bir insan olmasıyla mümkün ve her şeyden önce haddini bilmesi ile…
Özetle Medcezir yani The O.C. tutması tesadüf olmayacak iyi ince bir senaryo ve cast seçiminin stratejik hazırlanan bir planın ürünüdür. Bu yüzden AB kadar Total izleyicide de iddialı ve kanalı, yapımcısı için herkesin izleyebileceği bulunmaz bir nimettir.
Twitter.com/gizemkaboglu
Bu yazı ilk olarak Cine Dergi Ekim 2013 sayısında yayımlanmıştır.
İzleneceği 1 km uzaktan belli olan, kendi kitlesini oluşturacağına emin olduğum bir dizi Medcezir. Diziyle ilgili ilk yorumlarım daha önce yazdığım şu yazıda bulunuyor, bu kez ikinci fragmanı değerlendirmek istiyorum.
-Müzikler ilk izlenim olarak “budur” dedirtecek cinsten. Şimdiden dizinin müzikleriyle The O.C.’nin müziklerinin efsanevi namını Türkiye sınırlarında yeniden üreteceğine eminim. Eline sağlık Toygar Işıklı…
-Cast’ın çok uyumlu olduğunu daha önce de yazmıştım, oyunculuk tartışmasının bu aşamada ayrı tutulması gerektiğini de… Fragmandan gördüğüm Barış Falay ve Mine Tugay ikilisinden bu sezon çok güzel bir oyun izleyeceğimiz. Barış Falay’ın Şehir Tiyatrosundan bu yana yıllardır onlarca oyununu izlemiş biri olarak bu tip bir rolde ilk kez ekranda göreceğim için heyecan duyduğumu yazmasam olmaz.
-Gençlik dizilerinde alışık olmadığımız kalitede (Güneşi Beklerken hariç o dizinin de yönetmenliğini çok beğeniyorum) görüntüler gördüm. Sıradan bir gençlik dizisi değil The O.C. uyarlamasına yakışır bir yerli dizi izleyeceğimiz bu fragmanla belirginleşti.
-Çağatay Ulusoy’dan Ryan olur mu diye sormuştum twitter’da yanıtı ben veriyorum, olmuş bile…
Dizi başlamamasına rağmen dizi fanları o kadar ısrar etti ki Medcezir ile ilgili öngörülerimi yazma gereği duydum.
Dizinin senaryosu The O.C. adlı efsanevi diziden uyarlama, ancak senaryonun uyarlama olması bir dezavantaj değil zira Türkiye izleyicisini çok iyi tanıyan Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu senaryoya imza atıyor. Bu yerelleşme dizinin orijinalini izleyenleri ekrandan uzaklaştırabilir elbette ancak çok daha fazla sayıda yeni izleyiciyi de ekrana çekecektir eminim. The O.C., zaten Türkiye izleyicisi için yabancı bir hikaye değil. 2008 yılında atv’de başlayan daha sonra yoluna show tv’de devam eden ES-ES dizisi yayınlandığı dönem sıkça The O.C.’ye benzetilmişti. Dizi reyting rekoru kırmasa da sadık bir izleyici kitlesi edinmiş, oyunculuklarla alkış toplamıştı. ES-ES yayından kaldırıldıktan sonra ödül alan ilk dizi olarak tarihe geçmiş, İsmail Cem Ödülleri’nde en iyi gençlik dizisi ödülüne layık görülmüştü.
Bu kez uyarlamanın arkasında popüler bir cast, Ay Yapım gibi “sağlam” bir yapımcı ve Star tv var. Oyunculuğu ilk yayından sonra tartışılır, genç ve henüz kariyerinin başında bir oyuncu Çağatay Ulusoy. Ancak fanlarının sayısına ve tutkusuna bakıldığında bu sevgiye saygı göstermemek ve kayda almamak haksızlık olur. Sırf Çağatay Ulusoy ve Serenay Sarıkaya hayranları bile bu dizinin her hafta sosyal medyada gündem oluşturmasına yeter. Kısaca cast genç izleyicileri çekmek için “mükemmel” seçim. Aynı mükemmeliyeti oyunculuklarda da görecek miyiz, onu dizi başlayınca anlayacağız ama bu cast ilgi çeker…
Medcezir’de Sürprizlere Hazır Olun!
The O.C.’nin sansasyonel ilişkiler ağıyla çevrili senaryosunun yanında bir diğer kayda değer noktası da şarkılarıydu. Dizide çalan çoğu şarkı yeni müzik gruplarına aitti, The O.C. pek çok genç müzisyene şöhret kapısını açmıştı. Bu olay Medcezir’de de olacak mı derseniz, dizinin müziklerini yapan Toygar Işıklı ile Cine Dergi Temmuz sayısı için yaptığım röportajda konuyla ilgili sorum şöyle yanıt bulmuştu: “Tam karar verilmiş değil ama no name isimlerden ve müzikal anlamda tanınan belli kişilerden şarkılar kullanmayı düşünüyoruz. Bazı ilkler de planlarımız içinde ama sürpriz olsun.”
Özetle Medcezir dizisi birçok sürprizle Eylül’de ekrana gelecek. Bence dizinin sürpriz olmayan belki de tek noktası ise başarısı olacak. Umarım yanılmam…
Dizilerin denklemini notalarla çözen müzisyen Toygar Işıklı ile dizileri ve müziği konuştuğumuz bilgilendirici ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Dizi müziklerinde başarı kıstaslarından yola çıktığımız söyleşi içinde yeni projelerden detayları, Toygar Işıklı hakkında merak edilenleri, profesyonel bir müzisyenin müziğe bakışını bulacaksınız.
Dizi müziği iyi olarak değerlendirmek için nelere bakmak gerekir?
Türkiye ve yurt dışı arasında bariz farklar var. Akademik kariyerim ve müzisyen kimliğim üzerinden bakarsak ben dinleyen diğer müzisyenlerin de önemli bulması hedefiyle müzik yapıyorum. İzleyici üzerinden bakarsak müziğin görüntüyü desteklemesi ve izleyicinin ilgisini ayakta tutması bu konuda çok önemli bir kıstas. Doğru sahnede, doğru müzik kullanımı dizide müziğin başarısını getiriyor.
Dizide müziğin ağırlığı ne kadar olmalıdır?
Normalde müziğin sahneden daha güçlü olmaması gerekir ancak ben bazı dönemlerde, özellikle ilk 3-4 yılımda, bilinçli olarak bazen müziği sahneden daha güçlü yaptım. Müziğin ne kadar güçlü ve önemli olduğunu göstermek istedim çünkü insanlar dizilerin içindeki müzikleri farkına bile varmıyorlardı. Aşk-ı Memnu ve Dudaktan Kalbe’de özellikle müziğin önemi çok yüksekti. Ezel ile beraber dizi müziğini film scoring mantığına taşıdım ve her şey olması gerektiği oldu.
AŞK-I MEMNU İLE TEK BİR ÖDÜL BİLE ALMADIM Ezel sizin kariyeriniz için de bir milattı değil mi?
Ben ilk ödülümü Ezel ile aldım. O zamana kadar birçok iş yapmıştım ama çevrem olmadığı için keşfedilmem biraz daha geç oldu. O zamanlar ödül almaya da önem veriyordum, ben bir şeyler yapıyorum insanlar neden görmüyor diyordum. Sonra dedim ki, ben öyle bir şey yapacağım ki insanlar ödül vermek zorunda kalacaklar ve Ezel’i yaptım.
Dizi müzikleri için verilen ödüllere nasıl bakıyorsunuz?
Ben %90 reytinge ödül verildiğini düşünüyorum. Birçok ödül almış bir müzisyen olarak söylüyorum, dünyanın her yerinde cover yapılan Aşk-ı Memnu müzikleriyle bir tane bile ödül alamadım. Aşk-ı Memnu’nun jenerik müziği Ezel’den dahi daha iyidir ancak Ezel o kadar fenomen bir dizi haline geldi ki ben hep Ezel ile ödül aldım. Tüm müziklere bakıldığında Ezel, Aşk-ı Memnu’dan daha iyidir ancak bizde Antalya TV Ödülleri hariç tüm müziklere değil jenerik müziğine ödül veriliyor. Bir konuda daha Antalya TV ödüllerini diğer ödüllerden ayrı tutuyorum, onlar iki yıl üst üste bana ödül verdiler ancak “o zaten ödül aldı” diyerek ödül vermeyebilirlerdi de… Gerçekten müziği değerlendirerek ödül verildiğini gördüğüm ve böyle bir tabuyu yıktıkları için Antalya TV Ödülleri’ni daha saygın görüyorum.
Son yıllarda sürekli senfonik müziklerin ödül alması acaba jürilerin “beyaz Türklük” ispat çabasından mı kaynaklanıyor?
Senfonik orkestrasyonu dizilere getiren benim, Ezel’den sonra herkes aynı şeyi yapmaya başladı özellikle senfonik müziklere ödül verildiğini ise düşünmüyorum zira Ezel ile aday olup alamadığım ödül sayısı aldığımdan fazladır. Bana ödül alacağım bizzat iletildikten sonra bile o ödülün başka kişilere verildiği birçok olay da yaşadım. Ödül seçimlerinde birçok dinamik var, insanın kendi aldığı ödüllere bile güveni kalmıyor. Jüride müziği yapanın hemşehrisi olanlar daha çoksa o kişi ödül alabiliyor. Bu her ödülde soru işareti olduğu anlamına gelmesin. Gerçekten çok iyi rakiplerim de ödül alıyor, o zaman da ayakta alkışlıyorum ancak ben bu soru işaretleri yüzünden ödül takip etmeyi bıraktım, ben işimi yaparım, ödül verirlerse de seve seve gider alırım.
DİZİLERE ŞARKI YAPMAK KOLAYA KAÇMAK DEMEK Ödüllerde daha adil sonuçlar alınması için neler yapılabilir?
Belki kategoriyle daha ilgili olan jüri üyelerinin iki oyu olabilir. Örneğin müzisyen olan jüri üyesinin oyu “En İyi Dizi Müziği” kategorisinde iki değerde sayılabilir. Jüri sayıları çok daha fazla olabilir, minimum 25-30 kişi olmalı ki kararda her kesimden insanın fikri değerlendirilsin… Bir de dizi müziği ile dizi şarkısı ayrıdır, ödüllerde bunun ayrımı yapılmalı, dünyada hiçbir ödülde dizi müziği ile dizi şarkısı aynı kategoride yarışmaz, yarışamaz.
Neden bu ayrım yapılmalı?
Benim için dizide şarkının önemi yoktur, ben de dizilere şarkı yaptığım için rahatlıkla söylüyorum, dizilere 17 şarkı yaptım, şarkı dizi müziği değildir.
Şarkılar biraz kolaya kaçmak mı?
Tabii ki… Dışarıdan diziye şarkı kullanılması ise çok anlamsız, şarkı diziye hizmet ediyor, senaryoya tam uyuyorsa kullanılabilir ama yeni bir kayıt ve cover ile… Öteki türlü şarkılar diziye bir şey katmıyor şarkıcıyı popülerleştiriyor. Muhteşem Yüzyıl’ın, Öyle Bir Geçer Zaman ki’nin, Aşk-ı Memnu’nun bu tür iyi işlerin gündeme gelmek için bir şarkıya ihtiyacı yok. Bu yüzden ben müziğini yaptığım dizilerde başkalarının müziklerinin kullanılmasını mümkün oldukça istemem.
SARDUNYA ÇİÇEĞİNİ GÖRSEM TANIMAM Daha önce müziklerinizi dinlememiş birine hakkınızda fikir sahibi olması için hangi şarkınızı dinlemesini önerirdiniz?
Dizi müziği olarak Ezel ve Aşk-ı Memnu, şarkı olarak ise özellikle sözleriyle Yaprak Dökümü’ndeki Sonunda şarkısı referans olabilir. İki tür, yaptığım müzikler birbirinden çok farklı olmasına rağmen ne hissettiğim, ne düşündüğüm bu şarkılardan ve müziklerden anlaşılabilir.
Ekşi Sözlük’te sizin için “Sardunyayla ilişkisi araştırılmalı” yazmışlar. Şarkılarınızdaki sardunya vurgusunun bir sebebi var mı?
Papatya ve gül dışında çiçek tanımam. Sen eşittir ben şarkımdaki sardunyalar kısmını ben yazmadım, Sardunyalar şarkısını yazarken ise bir kere bile sardunya görmemiştim. Ezginin Günlüğü’nün ve Sezen Aksu’nun sardunyalı şarkıları var, o şarkıları dinleyip bu nasıl bir çiçek ki herkes şarkı yazıyor diye düşünerek şarkıyı yazdım. Herkes şaka yaptığımı sanıyor ama bu kadar sardunyalı şarkı söylüyorum bu nasıl bir çiçek diye internetten baktım resmine. (Gülüyor) Şu an görsem tanımam çiçeği…
Kendi yaşamınızın bir beste olduğunu düşünseniz, şimdi o bestenin neresindeyiz?
Klasik bir eser olarak düşünürsek; eser başlar, devam eder, bir noktaya gelir ve burası ne kadar güzel dersiniz ama bilirsiniz ki besteleyen bundan daha güzel bir bölüm yapmıştır bestenin içinde. İşte ben o daha güzel yere yaklaşıyorum şu anda…
Peki bu besteyi dinleyen biri olsanız, bir dinleyici olarak “Toygar” hakkında ne düşünürdünüz?
Bu adamda farklı bir şey var derdim…
THE O.C.’NİN YERLİ VERSİYONUNDA SÜRPRİZLER OLACAK Yeni sezonda da başlayacak birçok dizide sizin imzanız olacak…
Evet, Ocak 2014’te yayınlanacak Nermin Bezmen´in ´Kurt Seyd&Shura´ kitabından uyarlanan bir dizinin müziklerini yapacağım büyük ihtimalle. Kıvanç Tatlıtuğ oynayacak ve Bolşevik İhtilali dönemi konu edilecek. O dizide çok farklı bir müzik denemeyi düşünüyorum. Eylül’de Çağatay Ulusoy’un rol alacağı, The O.C.’nin Türkiye versiyonu olacak ve büyük ihtimalle ben müziklerini yapacağım.
The O.C.’nin özelliği dünyada pek çok amatör grubun tanınmasına vesile olması… Türkiye versiyonunda da amatör grupların şarkılarına yer verilecek mi?
Tam karar verilmiş değil ama no name isimlerden ve müzikal anlamda tanınan belli kişilerden şarkılar kullanmayı düşünüyoruz. Bazı ilkler de planlarımız içinde ama sürpriz olsun.
Kariyerinizde bundan sonra planladığınız adım nedir?
Yurt dışında dizi ve film müziği yapmak için çalışmalarım sürüyor şu anda… Bağlantılar kuruyorum, Türkiye’de dizi müziği olarak yapılabilecek her şeyi yaptım, kafamdaki her hedefi gerçekleştirdim. 20 Dakika’da çok alternatif bir müzik yaptım örneğin, şimdi sıra yurt dışında… Başka projeler de var sevdiğim şarkıları akustik olarak cover yapacağım bir akustik albüm, dizi ve belki film müziklerinden oluşacak bir box set ve bir grup adıyla rock albümü yapmak planlarım arasında.
Röportaj Cine Dergi Temmuz 2013 sayısında yayımlanmıştır.
Bir Amerikan dizisi daha Türkiye’de yeniden çekilecek, The O.C.’den bahsediyorum. Hafta sonu gazetelerde yer bulan haberlere göre, Çağatay Ulusoy ile Serenay Sarıkaya’nın canlandıracağı karakterlerle yerli The O.C. Eylül ayında ekrana gelecek, dizinin yapımcısı ise Ay Yapım.
İlk bölümlerinde Türkiye’de Kavak Yelleri olarak uyarlanan Dawsons Creek dizisinin boşluğunu dolduran dizi olarak anılan The O.C.’nin sansasyonel ilişkiler ağıyla çevrili senaryosunun yanında bir özelliği de müzikleriydi, neredeyse her bölümde çalan şarkılar gündem oluyordu. Dizideki şarkılardan hazırlanmış 6 tane albüm olduğunu söylemem bile müziklerin önemini gösteriyordur herhalde… Çalan çoğu şarkı yeni müzik gruplarına aitti üstelik, The O.C. pek çok genç müzisyene şöhret kapısını açmıştı yayınlandığı yıllarda.
Bizde tüm o entrikalı hikayenin içinde müzisyen tanıtmaya sıra gelir mi bilmiyorum ama henüz dizinin hazırlık aşamasındayken bunu hatırlatmanın yerinde olduğunun bilinciyle not düşüyorum, bunlar ufak ama diziye renk katan değerli girişimler, yerli The O.C.’de neden olmasın?