Dizilerde Kadınların Şiddet Dolu Dünyası: “Ben Hep Ezilmeye Mahkum Muyum?”

Vizyona giren Müslüm filmi ile alevlenen kadına şiddet tartışmaları, ekrandaki acıların kadını karakterlere dek uzadı. Bir de gündeme ünlü isimlerin yer aldığı şiddet haberleri gelince, dizilerde kadına şiddet meselesine beraber bir parantez açalım istedim. Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir röportajda yeni sezonda ekrana gelen 13 dizide cinsel şiddet içeren sahneler ve konular bulunduğuna dair bir eleştiri mevcuttu. Evrensel Gazetesi’nin konuyla ilgili röportajını tebrik ederken, meseleye ekler yapmak da istiyorum.

Türk Dizilerinde Kadın Karakterler  

Şiddet konusuna gelmeden, kadın karakterlerin dizilerdeki yeri hakkındaki tabloyu biraz daha aydınlatmak istiyorum. Tüsiad’ın 2018 yılında hazırladığı, 12 dizinin ve 161 karakterin analiz edildiği, “Televizyon Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” projesinin raporundan biraz bahsedelim. Rapora göre, şiddet ve tehdit gibi sahnelerin %72’sinde erkekler özne. Şiddet erkeğe has bir eylem olarak karşımıza çıkarken, örneklem olarak alınan dizilerde kadınlığa atfedilen iltifat ve aşağılamaların oranı büyük farkla kayda alınıyor. Rapor, kadınlığın erkek karakterlere atfedildiğinde baskın bir şekilde aşağılama, erkekliğin kadın karakterlere atfedildiğinde ise baskın bir şekilde iltifat olarak ortaya çıktığını gösteriyor. “Ağlama/hüzün” içeren sahnelerin %73 gibi bir çoğunlukla kadınlar için yazılmış olması, dizilerde kadının yerini daha net görmemize yardımcı oluyor. “İş içerikli” konuşma ve eylemlerin %82’si erkekler tarafından yapılıyor ve karşılığında “ev işi”nin %92 gibi büyük bir oranı kadınlara uygun görülüyor. Dizilerimizin son derece cinsel ayrımcı ve cinsiyetçi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ataerkil ideolojinin ürünü olan ve her karakterle bu yapıyı yeniden üreten diziler ile evlilik, aile, bekaret kutsanmaya devam ediyor.

Kadın Karakterler Şiddet Mağduru

Dizilerdeki tüm kadın karakterler, neredeyse Türkiye’deki her kadın gibi fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalıyor. Örneğin, Kadın dizisinde Pırıl’ın geçmişinde sevgilisi tarafından öldürülmek istendiği biliniyor, Sen Anlat Karadeniz’de Vedat dizideki neredeyse tüm kadınlara tek tek şiddet uyguluyor, Gülperi’de hem annenin hem de kızının tecavüz eylemi ile karşılaşması ekrana geliyor, Can Kırıkları’nın ana çatışması bir tecavüz olayıyla düğümleniyor, Elimi Bırakma’nın henüz ilk bölümlerinde Gönül’ün kocasından hunharca dayak yemesi ve sineye çekmesi ekrana geliyordu… Bunlar sadece bu sezon ekranda gördüğümüz kadına şiddet olaylarının birkaçı. Tümünü yazsak yazı biter.

Şiddet Demek Reyting Demek mi?

Kolaya kaçıp evet demeyeceğim, eğer öyle olsaydı Can Kırıkları dizisi final kararı almazdı. Şiddet tek başına bir reyting garantisi değil, ancak hikayeye açar sağlamada bir unsur. Şiddet ve cinsellik her zaman ilgi çeker, doğru… Yalnız hikayenin genel kurgusu işin tutup tutmayacağını belirler, şiddet içeren her iş tutsaydı, izleyiciye dramdan bileklerini kestirmeye aday olan geçen sezondaki Bir Mucize Olsun birkaç bölümde ekrana veda etmezdi.

Herkes Şiddete Karşı, Peki Neden Dizilerde Şiddet Var?

Dizilerin de toplumu muhafazakarlaştırma araçlarından biri olduğunu düşünür ve son yıllardaki yaptırımları ele alırsak tabloyu biraz daha net görebiliriz. Karakterler aşık olmakta özgür evet, yalnız neredeyse hiç öpüşemiyor, nikahsız sevişemiyorlar. Kadınlar zinhar aldatamıyor, eşcinsellik mümkün bile değil, uyuşturucu kullanmak özendirmek sayılıyor, alkol neredeyse yok, sigara zaten imkansız… Soyunamayan kadınlar, imkansız aşklar, kaslı erkekler, saf salak kadın karakterler, kahraman maçolar, aldatan erkekler, çocuğunu kollayan bacılar dizi dünyasının hapishanesinin daimi mevcutları. Dizilerde herhangi bir karakterin siyasi yönelimi, etnik kimliği, dini aidiyeti bilinmiyor. Aslında karakter değil tip izliyoruz. Dizi senaristlerinin ellerinin ne kadar bağlı olduğunu fark ediyorsunuz değil mi? Aşk-ı Memnu bugün sansürsüz yayınlanamıyor. Kadın tarafından aldatma söz konusu olduğunda herkes ayaklanırken, şiddet olduğunda maalesef tepki gelmiyor. Dizilerde şiddet, bu tepkisizlik sebebiyle hikayelerde iktidar kurma biçimi olarak kullanılıyor. Bu elbette meşruiyet sebebi olamaz, ancak madalyonun diğer yüzünden bakıldığında kutsal aile kurumunun içinde içselleştirildiği gözlenen şiddet, dizilerde de hikaye açmanın anahtarı oluyor. Diziler 150 dakika oldukça, bunca yasak tepeye bindikçe, şiddet sokakta meşru görüldükçe senarist de bunu yazıyor… Cinsellik baskılanınca şiddet ile ilgi çekilmeye çalışılıyor. Yalnız kadına şiddet değil, şiddetin uzantısı militarizm de dizilerde pompalandıkça pompalanıyor. Her kanalda üniformalı bir kahramanlık hikayesi mevcut. Elbette dönemsel politikalar da proje seçiminin önemli kıstası.

Bir İktidar Kurma Biçimi Olarak Şiddet

Maalesef, toplumdaki kadına şiddet olayları cezasız kaldıkça, beklenen tepki oluşmadıkça, dizilerde her şey yasaklanıp silahlar, şiddet, mafyatik ilişkiler meşru sayılınca dizilerin de hali bu oluyor. Kadınlar şiddet karşısında bir erkeğin desteği ile dizilerde hayata tutunuyor, zira tek başına hayata karşı durabilen kadın karakter sayımız da bir hayli az. (Kadın dizisini, İstanbullu Gelin’i, Ufak Tefek Cinayetler’i bu tür az ve güzel örnek içinde tutuyorum.) Türkiye’de de iktidar kurma biçimi şiddet olduğu için dizilerde de bunun tezahürü görülüyor. Silahlı saldırılar, bomba sesleri, meclisin yumruklu kavgaları, kadın cinayetleri… Sokakta cop, sopa ve gaza rastlanırken, evde kemer bir hegemonya kurma aracı haline geliyor. Kadına şiddeti bitirmek için çalışmak işte burada imkansızlaşıyor. Bir iktidar kurma biçimi olarak şiddet benimsendikçe, uygulayan el değişiyor ama şiddet örüntüsü gücü elinde tutanın bir diğerine uygulaması ile yeniden, yeniden üretiliyor.

Ekranda Şiddet Yasaklanmalı mı?

Dizilerdeki sorun şiddetin var olmasından ziyade, karakterlerin onunla kurduğu ilişki ve şiddetin ekrana geliş biçimi… Şiddete boyun eğmeyen ve ayakları üstünde durarak savaşan karakterler yerine, yine bir erkeğe sırtını yaslamaya mecbur görülen, tecavüz edenle evlenen, bunu bir iktidar göstergesi olarak benimseyen, bekaret ile kutsanan, annelik ile değer görebilen, ikincil rolü kabul eden, erkeğe hizmeti ödev bilen, ezilen kadınlar ekranda. Şiddet pornografisine varan görüntülerle silahlar, yumruklar ekrana geliyor. (Neyse ki kan blurlanıyor, yoksa şiddete özenirdik mazallah) Sorun da bu… Yoksa nasıl ekrandaki diğer yasakları eleştiriyorsam, şiddetin yasaklanmasını da eleştiriyorum. Olabilir, hikaye içinde elbette bunlar da yer alabilir. Ancak şiddetle kurulan ilişki bu şekilde olmamalı…

Hikayelerde erkeklerin kahramanlaştırılması “ataerkil ideoloji” için kaçınılmaz olduğundan şiddetin mağduru da elbette kadın karakter oluyor. Bekaret önemsendikçe, hikayelerde kadını kendine mecbur bırakmanın yolu tecavüz haline geliyor. Kutsal aile içinde kırılan kolun yeni içinde kaldıkça, dizilerde de aile birliği için şiddete boyun eğen kadınlar kutsallaşıyor. Hepsi bir kısır döngü gördüğünüz gibi, toplumda olan ekrana, ekranda olan topluma geçiyor. Denetim altında yaşanan sekssiz aşklar, alkolsüz eğlenceler, uyuşturucusuz serserilikler ideal aile ve toplum düzeni için örneklenmeye çalışılırken, şiddetin su yüzüne çıktığı hikayeler alıyor başını gidiyor. Kadının yeri evi, çocuklarının başı oldukça, erkeğin rolüne evin direkliği yakıştırıldıkça, kadını özgürleştiren değil yalnız aileyi kutsallaştıran zihniyet toplumda karşılık buldukça bu devran böyle sürer. Baştaki soruya dönersek, maalesef kadın kardeşim, görünen o ki sen daha çok ezilmeye mahkumsun…

 

Gizem Merve Kaboğlu – Kasım 2018 / Cine Dergi