İMZA KAMPANYALARININ HEDEFİ OLAN PROGRAM: BÖYLE ÇOK DAHA GÜZELSİN

TV8’de geçtiğimiz haftalarda izleyiciyle tanışan Böyle Çok Daha Güzelsin adlı program önce tepkinin ardından yayından kaldırılması talebiyle imza kampanyasının hedefi oldu.

Böyle Çok Daha Güzelsin
Böyle Çok Daha Güzelsin

Programın formatı psikolojik şiddet üzerine kurulu. Erkekler görünüşünden memnun olmadığı eşleriyle beraber programa katılıyor ve erkeklerin tercihleriyle kadınlar botoks, saç kesimi, makyaj, kıyafet seçimi gibi değişimlere maruz kalıyor. Program esnasında beylerin söylediği cümleler arasından birkaç tanesini not ettim,

Bunları giyeceksin, yanımda çıtır olarak gezeceksin. Daha ne istiyorsun?”

Kaz ayaklarını almak istiyorum, kırışıklık istemiyorum.” (Eşinin yüzünü işaret ederek talimat veren koca)

Ben maço bir erkeğim bunu giydirdiğim zaman insanlar ne düşünür…” (Eşinin dolabındaki kıyafetleri atan koca)

Ben onu ondan daha çok düşünüyorum” (Saçını boyatmayı kabul etmeyen kadına karşı erkeğin demeci)

Sen benim için saçını süpürge yapmadın, ben de kestirdim” (Kadının saçını kestiren erkek söylemi)

Böyle (yeni aldırdığı kıyafetleri kastediyor) evde gezecek, dışarı çıkamaz…”

Böyle giyindi atalarımın kemikleri sızladı bir daha giyerse kendisinin kemikleri sızlayacak”

Kimi şiddet göndermeli olan, maçoluk kılıfı altında buram buram testosteron kokan bu cümleler program esnasında ekrana geldi. Program format gereği şu alt metni sunuyor: “kadın erkeğin bedenine sahip olamaz ama kadının bedeni erkeğine aittir ve erkek o bedenin üstünde her hakka sahiptir.” Bir ekleme daha yapmak istiyorum bu değişiklikler sırasında yer yer kayınvalideden de görüş alınıyor. Yani gelin-kaynana arasındaki “milli” dava bu programda da konu ediliyor. (Bu kavga nereden geliyor diye merak edenlere uzatmadan Freud okumalarını salık veririm)

Program, bedeni erkeğe ait görülen kadınlar, eril görüşü eleştiren erkekler, özetle vatandaşlar tarafından change.org aracılığıyla imza kampanyasıyla protesto ediliyor. Yazıyı yazdığım şu dakikalarda 20.000 imza toplanmış durumda. Sonuç alınacak mı göreceğiz, ancak konunun “alt tarafı bir program” algısından fazlası olduğunun altını çizmek istiyorum.

Foucault beden üzerine kurulan iktidar mücadelesini kaleme almıştır ve iktidar araçlarının okul, hapishane, hastane, kışla gibi alanlar olduğunu vurgular. Günümüzde bu araçlardan biri de şüphesiz televizyon… Ekrandaki görüntüler ile beden, görülmek istenilen şekle bürünüyor. Moda akımları, estetik trendleri, reklamlar, diyet alışkanlıkları hepsi araç olarak yorumlanabilir. Kimi moda akımlari bir denetim aracıdır aslında… Eskiden de böyleydi, Viktoryen giyim, dar rahatsız ve sağlıksız korseler kadın için bir denetim biçimidir örneğin… Kimse bu kıyafetleri zorla giydirmemiştir yalnız, ideal beden algısı oluşturulurken zor kullanılmaz. Birey bu konuda bedenin normalleştirmesi yolunda desteklenir, teşvik edilir ve ideal beden normalleştirilir. Tüketim kültürü de bununla ilişkilidir, 10 yıl önce hayatımızda olmayan yulaf kepeği bir diyet ile ünlü olup dizi repliklerinde bile kullanılır hale geldi örneğin. Bu trendler zayıf, fit kadınları özendirir. Podyumlarda 32 beden, incecik, güçsüz kadınlar yer alır.

İnsanlar bu değerlere karşı gelirse ne olur derseniz… “Değerini” kaybeder. Örneğin sütyensiz gezen bir kadın yaftalanır, saç rengi doğalın dışında olan kadına laf atılır, kilolu olanlara baskı yapılır, “çirkin” görülenlere estetik özendirilir, makyajsız kadın bakımsız olarak ezilir, hatta bedeninde ‘yaş izleri’ başlamasına rağmen evlenmeyen kadın toplumsal baskının hedefi olur. Yabancı örnekleri de olan bu format kadın bedeninin toplumsal hatta bir proje olarak görüldüğünün işaretidir. Araçlar üzerinden kadın bedeninin nasıl olması gerektiği erkeklerce gösterilir, kadın nesnedir, erkekler özne… Kadının bedenini nasıl sunması, nasıl kullanması, nasıl biçimlendirmesi ve giydirmesi gerektiği kadınlara araçlarla öğretilir. Böyle Çok Daha Güzelsin de bunun bir örneğidir… Bana kalırsa asıl ihtiyaç olan ise “ideal” değil düşünen bir bedendir.

Yazı ilk olarak Şubat 2016 tarihinde Dipnot Tablet Dergi’de yayınlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir