Tiyatro Pürtelaş’ın yeni oyunu Parçacıklar, Damla Sönmez ve Deniz Karaoğlu oyunculuğuyla sahneye taşınıyor. Yönetmenliğini Tamer Can Erkan’ın yaptığı oyun ışık tasarımı ve müzikleriyle de beğeni kazanıyor. Parçacıklar’ı oyunun başrolleri ile konuştuk… Hayatımda birbiriyle bu kadar eğlenceli didişen çok az partner gördüğümü söylemem gerek, elbette birbirlerinden röportaj esnasında kopya çekmekte de eşsizlerdi… Gelin Parçacıklar’ı, hayatı, projeleri ve aklımıza takılanları konuştuğumuz bol düşüdürücü röportaja kulak verin. Eğlendirirken sorgulatan oyuna yakışan, güldürürken düşündüren o söyleşi sizlerle:
Organik bal üretimi yapan bir adamla, kuantum hakkında araştırmalar yapan bir kadının hikâyesini neden izlemeliyiz?
Deniz Karaoğlu: Kafalarını açacağız… (Gülüyor) Oyunumuzun zor bir izleği olduğunu farkındayız ama oyunun 3. dakikasından sonra oyun zaten kendini anlatıyor.
Oyunu izlemek için entelektüel bir birikim gerekiyor mu?
Damla Sönmez: Konuda entelektüel birimi olan, kuantum fiziğini biraz bilen insanların alabileceği şeyler var. Bir yandan da çok çok basit bir yerden görülebilen bir ana fikir var. “Her şey farklı şekillerde yaşanıyor ve her şey aynı anda yaşanıyor.” Biz çok önemsiziz, büyütmeye gerek yok… Bizler parçacıklarız aslında bir şeyi bütünlüyoruz sadece.
Bu bir teselli oyunu mu?
Deniz: Yazarımız Nick Payne bu oyunu babasını kaybettikten sonra yazmış. Bu teselli durumu ister istemez metinden sızıyor.
PARÇACIKLAR’A HAZIRLANMAK BİSİKLETE BİNMEK GİBİYDİ
Oyunun premier tarihi daha önceydi aslında ertelendi… Bu masabaşı süreci mi uzadı?
Damla: Türk dizileri… (Güllerin Savaşı adlı dizide oynuyordu) ve oyunun kompleksliği bir arada. Bir provada ateşe koyuyoruz yemeği, altını açıyoruz biraz kaynıyor. Sonra set araya giriyor, yemeğin altını kapatıyoruz. Yeniden altını açınca kaynamaya devam eder diyoruz ama hayır, önce ısınması gerekiyor… Vücudun da o oyunun devinimlerini hatırlaması gerekiyor. Bu oyuna hazırlanmak bisiklete binmek gibiydi… Sıkı arka arkaya prova gerektiren bir metindi.
Deniz: Doğrusal ilerleyen bir hikaye olsaydı belki dizi nedeniyle aksayan provalara rağmen yetişebilirdi ama olmadı…
Oyunda dakikalar içinde karakterlerin duygu değişiyor ve art arda oluyor. Aynı diyaloglar tekrar tekrar farklı duygularla oynanıyor. Oyundan sonra kamyon çarpmış gibi olmanız gerekmiyor mu?
Damla: Çok eğlenceli… Tam bir adrenalin patlaması oluyor, başka bir şey o…
Deniz: Evet ama sarsılıyoruz. Biz bu oyuna çok çalıştık, kaslarımızı çok iyi kuvvetlendirdik. O yüzden beklenenden daha yüksek çıkıyoruz oyundan. Bir partı en az 200 kere konuşarak hazırladık. Beynimiz yandı… (Gülüyor)
Damla: Son provalar bu kaslar üzerine çalışarak geçti zaten… “O kelimeleri duymak istemiyorum artık” dediğimiz oldu. (Gülüyor)
Evlilik teklifi sahnesi seyirciyi çok güldürdü. Siz hiç evlilik teklif ettiniz mi, veya aldınız mı? O sahnede siz ne düşünüyorsunuz?
Deniz: Ben teklif almadım, ciddi bir şekilde bir teklifte de bulunmadım. Bugünkü oyunda ben de bir an düşündüm, bu nasıl bir teklif diye. (Gülüyor) Ama o sahnede, “bal arısının mütevazılığını ve sessiz zarafetini çok kıskanıyorum” dediğim repliği çok seviyorum.
Damla: Ben şakalı bir şekilde evlenme teklifi aldım da, ettim de… (Gülüyor) Oyunda da o karakter evlenme teklifini yapabileceği en tatlı şekilde yapıyor aslında… Bana şöyle geliyor, iki kişi için ortak bir nokta bularak edilen teklif zaten en samimi ve enteresan olan olur. Zaten ilişkilerde de o küçük şeyler oluşturur ya böyle anları.
Deniz: Oynarken yaparsın o zaman o sahnede böyle şeyler. Kuantum falan… Oynarken bazen sana çok uyuz oluyorum… (Gülüyor)
Damla: Ben de uyuz oluyorum da kadın kuantum fizikçi… (Gülüyor) Sen de bana uzaydan konuşarak edeceğin teklifte, arılardan falan bahsediyorsun.
Ne güzel didişiyorsunuz ya… Bu bir teselli vadeden bir metin dedik ya, sizin hayatınızda da teselli beklediğiniz, bu ihtimalleri düşünerek rahatladığınız konular var mı?
Deniz: Var… Kayıplarım, pişmanlıklarım, seçimlerim, yol açtığı sonuçlar var. Kocaman bir pişmanlıklar diyarında yaşamıyorum ama oynarken de, “o olsaydı ne olurdu” diye düşünüyorum.
Damla: Bazı şeylerin başka türlü yaşanabiliyor olması beni de rahatlatıyor, bazı hataları yapmamış olmak… Yalnız ben o paralel dünyada olanın burayı da, duyguları da etkilediğini inanıyorum. Bir yandan da bir şeyler olması gerektiği gibi oluyor diyorum, başka türlü olamazdı zaten…
Tiyatroda romantik komedi olarak başlayıp ve drama evrilen bir oyun parçacıklar. Farklı atmosferler var… En keyif aldığınız sahne hangisi?
Damla: Kadının hayatında bir kırılma noktası var, o kırılmayla yüzleştiği, sürekli tekrarlanan sahneyi seviyorum… Her oyunda farklı deneyimlemeye çalışıyorum. Evlenme teklifi sahnesinde Deniz’i izlemeyi çok seviyorum, bir de sarhoşluk bloğunu seviyorum. Ben oyunun hepsini çok seviyorum galiba… (Gülüyor)
Deniz: Ben de… Bir duyguyu oynarken bir anda başka birine geçiyoruz ya, onu çok seviyorum. (Gülüyor)
DAMLA SÖNMEZ: “ESKİDEN KENDİMİ ÇOK DÖVERDİM!”
Kendinizden memnun musunuz?
Damla: Bazen… (Gülüyor)
Deniz: Bazen… (Gülüyor)
Kendinizde fark ettiğin en büyük değişiklik ne?
Damla: Ben kendimi takdir edebiliyorum bir süredir, eskiden çok döverdim. En ufak konuda, mesela şemsiyeyi evde unuttuğumda, yağmur yağarsa tüm günüm zehir olurdu. Bunun çok normal olduğunu düşünüyordum. Şemsiyeyi metafor olarak kullanıyorum tabii… 30’a geldikçe şemsiye aldığım günlerde de kendimi takdir etmeye başladım ve dövme kısmı geri çekildi. İç sesimle daha iyi anlaşıp, daha mantıklı kararlar alabiliyorum artık.
Deniz: İstemeyi öğrendim. Kendimle ilgili böyle bir süreç geçirdiğimi düşünüyorum. Akışına bırakmak yerine, artık istiyorum.
Bir gün mutlaka ne yapmak istiyorsun peki?
Deniz: Mutlaka yönetmen olmak istiyorum. Bir de İstanbul’dan taşınmak istiyorum.
Damla: Ben de… Ailemle ama… Aile, bir adam ve çocuksa da onlarla… Toprağa değen bir yerde yaşamak istiyorum.
Yarın sabah nerede uyanmak isterdin?
Damla: Assos…
Deniz: Ben de… (Gülüyor)
Ama siz çok kopya çekiyorsunuz böyle olmaz ki… (Gülüyor) Hangi filmin içinde yaşamak isterdiniz?
Deniz: Amarcord
Damla: Gerçekten mi? (Gülüyor) İlginç.. Ben Mamma mia… Şarkılar da söylersek benden mutlusu yok.
Madem konu müziğe geldi, sormam lazım. Hayatınızın fon bir müziği olsaydı, o ne olurdu?
Deniz: Bugün Radyo 3’te Kubrick’in Eyes wide shot filminin soundtracki çalıyordu. O olsun isterdim.
Damla: Güzel soru… Benimki Rahman Altın’ın herhangi bir bestesi olabilir.
DENİZ KARAOĞLU: “ARTIK PiÇ TİPLERİ OYNAMAK İSTEMİYORUM”
Herkes nasıl bir rol istediğinizi soruyordur röportajlarda, ben neyi istemediğinizi soracağım. Hangi rolleri oynamak istemiyorsunuz?
Deniz: Ben artık piç tipteki, içi kauçuk tutmuş, duyguları zayıf insanları oynamak istemiyorum.
Damla: Ben de tek tipteki karakterleri oynamak istemiyorum.
Yeni projeler var mı?
Deniz: Ben bir oyun çevirip uyarladım. Henüz detayları net değil ama o var.
Damla: Bir şeyler geliyor ama yakın dönem için bende bir proje görünmüyor şu an.
Bu söyleşiyi okuyacakların aklında ne kalsın istersiniz?
Deniz: Çok hin sorular yaaa… (Gülüyor)
Damla: Her şeyin geçici olduğu ve bir paralel evrende başka bir ihtimalin yaşandığı tesellisi kalabilir.
Deniz: Hah… Bence de…
Bak yine kopya ya… Birbirinizin hakkında bilinmeyen bir şeyler söyler misiniz peki?
Damla: Deniz düz vites araba kullanamıyor. (Gülüyor) Çalışırsa yapar ama bunu da eklersen sevinirim.
Deniz: Damla bazen bir anda değişebiliyor. Böyle bir anda mutlu olabiliyor veya bir an sinirleniyor mesela… Anlık ama…
Bunu değiştirmek ister misin?
Damla: Ben her şeyi uçlarda yaşayabilen bir insanım. Onlarda biraz daha dengeli olmak isterdim. Kontrollü demek istemiyorum ama… Kontrollü olan bir şeyin hiçbir eğlencesi yok, dengeli olmalıyım sadece…
Röportaj Nisan 2016’da Dipnot Tablet Dergi’de yayınlanmıştır.
Gizem Merve Kaboğlu